“Ben Yazarken Kendi Yüzüme Tükürüyorum” | ||
Geriye doğru baktığımda... Geriye doğru baktığımda, çünkü ancak böyle
anlaşılıyor bazı şeyler, ben aslında ilkokul 4.-5. sınıftan
itibaren yazar olmayı kafama koymuşum. Ama bu ciddi, planlı projeli bir
düşünce halinde değil. Tabi babamdan gelen Kuvay-ı Milliye,
Kemalistlik, subaylık da var. Bu yüzden iyi, yardımsever, dürüst, çevresinde
sayılan sevilen adam yani bir tür kahraman olmak üzere yetiştirildik
biz. Çok küçük olanaklarla zengin çocuklarının önüne geçme
projesi...Kemalizm biraz da böyle bir proje. Hadi bakalım kendinizi gösterin
projesi, romantik bir proje bu. Öte yandan korkunç bir oyun bu. Baştan
aşağı yanlış hesaplarla dolu. Belli olanaklar babanın maaşı belli,
makarna yumurta yiyorsun, hadi bakalım benim çocuğum nasıl geçecek
sizi projesi, üstelik iyi adam olacak ve onları da geçeceksiniz. Okuduğun
okul belli, mahalle devlet okulları. Hiç unutmuyorum... Kabataş Erkek Lisesi’ne kaydımı yaptıracaktım.
Babam hastaydı, ayakları şişmişti. Makasla pantolonunun paçalarını
kesmişti ve ayağında terlik vardı. Çok komik görünüyordu. Emekli
bir albay fakat cebinde parası yok. Müdür “çocuğu yatılı verin”
demiş. Ev Suadiye’de okul Ortaköy’de. O zaman köprü de yok. Gidiş-dönüş
4 saat. Ama yatılı parası yok. “Gündüzcü olsun, gitsin-gelsin”
demiş babam. Tartışmışlar. Müdür, “almıyoruz çocuğunuzu
okula” deyince babam çıkarmış beylik tabancasını müdürün masasına
koymuş. “Alıyor musun almıyor musun?” odadan bir çıktı, kıpkırmızı
bir surat. “Gemileri yaktık oğlum” dedi. “Baba ne gemileri...”
dedi ki; “Oğlum durum ciddi”. Küçük çelimsiz bir çocuğum. Kaydımızı
yaptırdık, girdik okula. İlk dönem iki zayıf geldi karneye. Hiç
unutmuyorum, babam “teessüf ederim” dedi. “Ulan bu okulda birinci
olcam” dedim. Çünkü baba senin adına gurur savaşı vermiş, gemiler
yakmış, adamcağız onuruyla yaşamış ve sen onun misyonunu yükleniyorsun.
Can havliyle... Memur ailelerinde bir çalkantı vardır. Can
havliyle okursun, can havliyle yaşarsın. Uzun vadede ne olacak diye düşünemezsin.
Lisede üniversiteye girebilmek için fen bölümlerinden mezun olmak
gerekir. Ben de fen bölümündeydim. Arasıra edebiyat sınıfına
giderdim. Millet orada Necatigil okuyor, Orhan Veli, Özdemir Asaf okuyor.
Özeniyorum onlara, çünkü onlar edebiyat deyip kaybetmişler zaten. Üniversiteye
giremeyecekler ama mutlular. Ben başarılı olmayı mutlu olmaya yeğ
tuttum. Çünkü başarılı olmak zorundaydım. Ailenin seni bir kere
daha okutma şansı yok. Sınıfı geçmek zorundasın. Halkalar çok gevşek
yani. “Hadi lan bu sene de asayım, hayatın tadını çıkartayım
biraz” dediğin anda kayarsın. Yani can havli söz konusu olduğunda
kimse kimsenin bohem macera arayışını taşıyamaz. Böylece edebiyat
hep gizli, yasak bir tutku olarak varoluyor bende. O da meğer yaşamının
ta kendisi olmuş, meslek değil yani. Kemalizm’e gönül bağlamış...
Kemalizm’e gönül bağlamış ve kaybetmiş bir
aile benim ailem. Danslar, tangolar, radyo piyeslerine ağlamalar, arkası
yarın’lar üzerine sohbetler... Bir ütopya yaşamışlar, ama ütopya
duvara çarpmış. Benim babam o ütopyanın duvara çarptığını Özal’la
anladı. Kemalizm’in kaybettiğini, Kemalizm’e gönülden bağlanan o
samimi insanların kaybettiğini babamda gördüm. Babamla beraber ben de
yenildim. Çünkü ben o tarihe ne, o insanların yenilmişliğine tanığım. | ||
Geri Dönüş | [Ana Sayfa][Biyografi][Söyleşiler][Eserler] [Posta] |