“Ben Yazarken Kendi Yüzüme Tükürüyorum” | ||
Cezmi Ersöz Kaybetmeye... Cezmi Ersöz kaybetmeye mahkumdur. Cezmi Ersöz
kaybetmeye mahkumdur. Kaybettikçe haz alıyorum. Mazoşizm değil bu.
Benim ruhum böyle oluşmuş. Kaybetmek bana şiirsel bir tad veriyor. Ayağım
kaydıkça, birileri tarafından kazandığım başarı elimden alındıkça
ben kendime “Hah tamam şimdi sensin” diyorum. Ben kaybedince kazanıyorum.
Kendimle buluşuyorum. Yenilgiyi öven birisi değilim. Ama bu kadar
adaletsiz bir toplumda başarılı olmak bana “yanlış mı yaptım?”
sorusunu sorduruyor. Bu soruyu sorunca kendime tezgah açıp, kendime çelme
takıyorum.Bunu yapıyorum ki beni okuyan, yazılarımı seven
insanlara biraz daha yaklaşayım, hiç olmazsa onlardan kopmayayım. Başarıyı
küçümsememizin bir nedeni de bilinçaltımızdaki korku ile ilgili. Başarıyı
istemiyor muyduk? Hem de çok. Biz zaten başarıya koşullandırılmış
çocuklardık. Ancak öte yandan kazandığımız başarının tadını
biraz olsun yaşayamadan, zenginlerin, iktidar sahiplerinin, güçlü
insanların gelip hemen elimizden alacağını düşündüğümüzden,
belki de bu acıyı hafifletmek için başarıyı küçümsedik. Kendi
oyununu, kendi başarını gölgeleme isteği. İnsanlara bakıyorum... İnsanlara bakıyorum, inanılmaz bir tutarlılık
çizgisi izliyorlar. O insanlar kendi oyunlarını asla bozamazlar. Benim
binlerce okurum var. Fakat hiçbir basın organı
Cezmi Ersöz’den bahsetmiyor. Ben bunu kendim yaptım. 28 yaşımda
egemen medyaya tavır aldım. Yani tabancayı masaya koydum, gemileri yaktım.
Onlar da benim ve benim gibilerin onların hamurundan olmadığımızı
anladılar. Bugün paraya ihtiyacım olur, anlaşma yaparım, üç gün
sonra herşeyi yazar çeker giderim, ellerinde patlarım yani. Ciddi bir
misyonun sahibiyiz bu anlamda. Açık konuşayım... Bazı şeyler giderek netleşiyor. Eurogold bütün
gazetelere tam sayfa, yarım sayfa ilanlar verdi. Açık konuşayım, Öküz
ve Leman dergisi Eurogold’un ilanını alsaydı, ben bir daha oraya
imzamı atmazdım. İnsan yazar arkadaşından da bu kadar dürüstlüğü
bekliyor. Ama zaten holdingçiler bıçaklamadı bizi, en büyük darbeyi
sağımızdan solumuzdan en yakın arkadaşlarımızdan yedik. Benim çok
sevdiğim insanlar acı çekerek öldüler. Hayatlarını örnek aldığım,
beslendiğim, gönül bağı kurduğum insanlar çok düşük maaşlarla,
köşelerinde, hayattan istifa etmiş vaziyette çığlık çığlığa öldüler.
Şimdi benim onların anılarına sadık olmak gibi bir misyonum var. Eğer
ben Eurogold’un ilanını basan bir yerde yazarsam onlara haksızlık
etmiş olurum. Bu dürüstlük anlayışına bugün aptallık gibi bakılıyor. Tesadüfler, kaos... Tesadüfler, kaos...bizim hayatlarımızı birisi
filme alsa kimse inanmaz. Absürd, akıldışı, tuhaf... Mesela ben
pazarcılık yapıyordum. Mahmutpaşa’dan elbezi, havlu filan aldım.
Pazarın en kötü yerindeyim, mafya var orada, yağmur yağıyor,
havlular ıslandı. Bir baktım bir müşteri geldi. Aaa annem! “Kaça
havlular?” dedi. Yarısını anneme sattım. Bir başka zaman salça aldım.
25 kg. salça. Getirirken elimi kesti, yağmur yağdı, vapura zor attım
kendimi. Açtım, bozuk çıktı. Zarar ettim. Akla mantığa uyan yanı
yok yani. Beyoğlu Rumeli Han’da dayımın yanında ofisboyluk yaptım.
Bankaya para yatırır, vergi dairesine, defterdarlığa giderdim. Çay,
dosya, sigorta bildirgesi taşıdığım yerlerde şimdi imza istiyorlar.
Her şey akıldışı gelişti çünkü. Mantığı yoktu. Hiç bir şey
planlanmamıştı. Yine de ben o rastlantılardan, büyülerden,
esinlerden yanayım. Sait Faik’de sistem mi vardı? O rastlantılarla yaşayan
bir insandı. Hayatlar onu çekerdi, insan yüzleri onu çekerdi, bakışlar,
adını koyamayacağımız bir takım insan davranışları, içsezişler
ve yoğun duyarlılıklar onu çekerdi. Ekollerin adı sonradan konulmuştur.
Oğuz Atay’ı da bu nedenden çok seviyorum. Küçük memur ailesi, plan
program yok, anlık duygular... | ||
Geri Dönüş | [Ana Sayfa][Biyografi][Söyleşiler][Eserler] [Posta] |