“Her yazida cehennemİ yaşiyorum” | ||
Cezmi Ersöz’ün yedi yıl boyunca yazdığı
sıradan insan öyküleri Son Yüzler, kitap olarak çıktı. Yazar, bu çalışması
için “En çok uğraştığım, en çok zamanımı alan kitabım”
diyor. Cezmi Ersöz, yıllar önce Cumhuriyet ve Güneş
gazetelerinde sıradan insan öyküleri yazmaya başladı. Gündelik hayatın
içinde varolan ama göze çarpmayan insanlarla yapılan bu röportajlar,
“Varoluşçu boyacı”, “Beyoğlu’nun son midye dolmacısı”,
“romantik komünist patriyot hayati” gibi karakterleri tanıttı.
Gendaş yayınlarından çıkan Son Yüzler isimli kitap da, Cezmi Ersöz’ün
insan öykülerinden oluşuyor. Tam yedi yıllık bir çalışmanın eseri
olan Son Yüzler, ikinci baskısını yaptı bile. -Bu röportajlar nereden çıktı? Önce Cumhuriyet Dergi için başladı. Bu benim yaşantımla
da ilgili bir şey. Beyoğlu’ndaki son insanlar, son meslekler beni çok
çekti. Ben çok canı sıkılan bir insanım; tek boyutlu hayatlardan
nefret ederim, tek düzelikten bunalırım. Çevremdeki insanlar beni çok
sıkmaya başladı. Hemen herkes aynı konuşuyordu, aynı tarzda hareket
ediyordu. Beni şaşırtan pek kimse kalmamıştı. Bunaldım ve beni şaşırtan,
hayrete düşüren, yaptığı işle beni etkileyecek insanları aradım
ve özellikle Beyoğlu’nda, Asmalımescit’te böyle insanlar çoktur.
Çünkü buralarda farklı kimliklerde insanlar diğer semtlere oranla
daha rahat yaşarlar. İlginç insanlar ve meslekleri ne olsa rahatlıkla
barınabilirler. -Kim bu insanlar? Son Yüzler’in ilk siması madam Anahit’tir;
akordioncu kadın. Akordioncu kadın zaten herkesin gözü önünde olan
bir insandır. Ama onun sırlarını anlamak, dünyasına girmek bana
nasip oldu. Evine gittim, evindeki o çok farklı sıradışı hayatı gördüm.
40-50 yıldır yaşadığı Balık Pazarı’nı, Nevizade Sokağı anlattı.
Çiçek Pasajı’nı, Krapen’i, Asmalımescit’i şenlendiren bir
insandı. Madam Anahit ile başladım, sonrası geldi. Yılları aldı Son
Yüzler. O insanları bulmak, peşlerinden koşmak... Ki kolay kolay
kendilerini açıklayacak insanlar değil bunlar. Kapalı yaşayan kendi
hayatların açok sadık, çok göz önüne çıkmayı istemeyen, medyatik
olmayı arzulamayan insanlar. Sessiz, vakur, kendi özel dünyalarında
usulca yaşayan insanlar... Bana önce inandılar, sonra gizlerini açtılar,
kalplerini açtılar. Böylece devam ettim. Yedi yıl sürdü. Benim en
zahmet verdiğim, en çok uğraştığım, en çok zamanımı alan
kitaplarımdan biridir. Ama bu emeğe değdi doğrusu. -Meslekler, kitaptaki insanların kişiliklerini
yoketmiyor sanki... Meslekleri onları yüceltiyor. Bu yüzden büyük
bir aşkla bağlılar işlerine. Onları
‘son yüz’ yapan biraz da bu. Bu insanların anılarını aydınlatarak
hayatımıza yol açabiliriz, bir yön verebiliriz diye düşünüyorum.
Çünkü günümüzde işyerleri insanlardan ruhunu istiyor, bırakın
insanlara ruh katmayı, bir şahsiyet katmayı. Tam aksine günümüzde
yabancılaşmanın kapitalist rekabetin ve insani ilişkilerin dibe vurmasının
sonucunda gelinen noktada, işyerlerinin ruhu çalışandan kendi ruhunu
istiyor. Bir işyerinde ayakta kalabilmenin bedeli ne yazık ki ruhunu
satmak, vermek. Bu süreç gittikçe daha da hızlanıyor. Günümüzde
ruhunu işyerine ve tüketim toplumunun değerlerine satmak durumunda
kalan insanların Son Yüzler’in hayatlarından, meslekleri, kendileri
ve insanlarla kurdukları o sahici bağdan öğrenecekleri çok şey var. -Yüzlerimizi kaybetmemek için ne yapmamız
gerek? Siz ne yapıyorsunuz? Eskiden insanın kendini koruması çok daha kolaydı.
Günümüzde artık ruhumuzu korumamız için ödememiz gereken bedel çok
daha ağır. Çünkü dünya çok hızlanıyor. Hakikat yok edildi, vicdan
kayboldu, ayakta kalabilmemiz için çok daha fazla çaba harcamamız
gerekiyor. Kendi içimizle çok sahici ilişkiler kurmak için uğraşmalıyız.
Bizden ruhumuzu isteyen işyerlerinden, eğer orayı değiştiremiyorsak,
dönüştüremiyorsak, bir an önce ayrılmamız gerekiyor. Kendimize ait
sahici alanlar yaratmamız, bizden ruhumuzu istemeyen meslekler seçmemiz
gerekir. Yalnızlığımızı çok iyi korumamız ve yalnızlığımıza
iyi davranmamız lazım. Yalnızlığımızı zehirlememeli, içimizdeki gürültüyü
susturup aşkı uyandırmalı ona sahip çıkmalıyız. Ruhumuzla beynimiz
arasındaki o köprüyü her an onarmamız gerekli. Parçalanmışlığımızı
en asgariye indirmemiz, yabancılaştığımız anda hemen kendimizi
sorgulamamız, nerede yenildiğimizi, nerede kendimizden kopruğumuzu çok
bilinçli ve berrak bir algıyla farketmemiz gerekiyor. Algımızın
berraklığını koruyabilmemiz için kendimizi sanatla, şiirle, resimle
sürekli beslememiz gerekiyor. -Bir yazınızın yarattığı etkiyi gördüğünüzde
ne hissediyorsunuz? Cenneti ve cehennemi aynı anda yaşıyorum ben.
Bunun bedelinin çok ağır olduğunu son yıllarda daha fazla anladım.
Evet, her yazıma başlarken cehennemi yaşıyorum. Yerin dibine iniyorum,
ölümün kucağına iniyorum. ‘Ya istediğim etkiyi yaratamazsam, ya bu
insanların kalbine gitmezse’ korkusu, cehennem korkusu gibi... Yazı
bitip okurların kalbinde bir yankı bulduğu anda, o zamanda cennet
oluyor. Sevinçten havalara uçuyorum. Ölümle yaşamın en uç noktalarını
çok kısa aralıklarla peşpeşe yaşıyorum. Bu yüzden kalpten kalbe
ulaşmayan, insanlarda vicdani anlamda duygusal titreşimler, yaşamsal
titreşimler uyandırmayan hiçbirşeyi okumuyorum. Yazı, insanın kamaşma
yaratmalı, bir çoşku, bir hüzün, kısaca bir kanama yaratmalı. Yüreğinde
bir sızı yaratmalı, yoksa niçin yazıyoruz... -Bir de ‘İçime Gir Ama Sigaranı Söndürme’
adlı bir kitabınız var... Kitaplarımız isimleri bugüne dek hep biraz
naifti, duygusaldı, sıcaktı. Ancak günümüzde şiddet çok yoğunlaştı,
insan ilişkilerinde şiddet, kabalık hoyratlık çok yaygınlaştı.
Kitap başlıklarım artık günümüzün şiddetini, günümüzdeki
insani değerlerdeki değişiklikleri karşılayamıyordu. Ve günümüzdeki
şiddeti anlatabilmek için bu başlığı seçtim. Şiddeti kınayan bir
başlıktır bu. Kitabıma adını verdiğim öykü şiddeti yargılayan
bir öyküdür, “Sen Bana Daha Az Zarar Verirsin” isimli öykü. Şiddete
maruz kalan bir kadın var, öteki olarak daha doğrusu siyah olarak gösterilen.
O kadının evinde kaldığı insana söylediği bir cümle var: “İçime
gir, ama sigaranı söndürme” diyor. Yani, sen bana tecavüz edeceksin,
ya da ben istemeden benimle ilişki kuracaksın, hiç olmazsa bana daha
fazla şiddet uygulama. Şiddeti eleştiren, şiddeti ironik bir dille eleştiren,
bunu b,izim suratımıza çarpan bir cümle. Günümdeki insani ilişkilerdeki,
toplumsal ilişkilerdeki acımasızlığı, derin şiddeti karşılamak için
bu başlığı kullandım. | ||
Geri Dönüş | [Ana Sayfa][Biyografi][Söyleşiler][Eserler] [Posta] |