CİNSEL AÇLIK YAĞIYOR GÖKYÜZÜNE... | ||
Cinsel açlık karanlık bir imgedir bu ülkede, durmaksızın ruhları eritir... Eritir köşede bucakta, her nasılsa filiz vermiş titrek ve incelikli aşk öykülerini... Barbar ordusu gibi dört bir taraftan sarar derin duyguları cinsel açlık... Çürür anlamlar, çürür ürperişlerin arınma yeminleri... Kimse kaçamaz cinsel açlığın yarattığı bayağılıktan... Hayalgücü sığlaşır ve küçük düşer... Sahipsiz kalan duygular küçük düşer. Dostlukların arasında karşı konulmaz bir nifaktır cinsel açlık... Kötü bir krallıktır o. Yüklenir tüm gücüyle. Sonra da aşka ve sarılışa dair tüm umutların ve hayallerin zayıflamasını bekler...İnsanı o ne olduğu belirsiz hormonlara, siniruçlarına indirgeyen yasasıyla boyar... Gelenekler ve tutucu namus anlayışı ölümcül gücünü cinsel açlıktan alır. Cinsel açlık, geleneklerin ve tutucu namus anlayışının yüzünü savaş boyalarıyla boyar... Anneler, apartman boşluklarında ilkyaz aşklarının dönüşünü beklerken, babalar, yastık kılıflarında gizli gizli, genç ve diri kadınlara ulaşmak için paralar biriktirir...İşte bu yüzden evler bu kadar neşesiz, sokaklar bu kadar iğretidir... Şarkılarsa böyle kanser... Çünkü aşkın iyicil ve genişleyen mevsimi yoksa, her an herşey bitecekmiş, her an bir başka belirsizliğe yola çıkılacakmış gibi yaşanır...Askerlikte
görmüştüm cinsel açlığın çürüttüğü ruhları... Mühendis,
kaymakam, öğretmen, banka müdürü, doktor, avukat... Yaşadıkları
baskı ve onursuzluk onları zerrece ilgilendirmiyordu. Buradan salıverildiklerinde
yaşayacakları cinsel haz umudu onları baskının her türlüsüyle uzlaşmaya
itiyordu... Bu uzlaşma yüzünden ruhlarının sonsuza dek neler yitireceğini
hiç ama hiç düşünmüyorlardı... Her sabah birliğe getirilen Tan
Gazetesi’ne birbirlerini ezerek saldırır ve adeta paramparça ederek,
sayfalarından koparttıkları çıplak kadın resimleriyle can havliyle
tuvaletlere koşarlardı...Militarist devlet, ruhları cinsel açlıkla zayıflamış kişilikleri hizaya getirmenin, ezmenin, köleleştirmenin ne denli kolay olduğunu bilirdi... Devlet, tuvalet duvarlarına yayılmış o zavallı suçluluk duygularından büyük güç alırdı...Ne kadar okumuş, kendilerince önemli statülerde olurlarsa olsunlar ruhlarını çürüten cinsel açlık yüzünden değer yargıları, etik değerleri, estetik bilinçleri ve en önemlisi kadına bakışları hiç gelişmemişti bu insanların... Sarılış, okşayış, aşk ve incelik yoksullarıydılar. Kadınlar, yarı hayvan yarı insan ve sanki sadece cinsel haz nesneleriydi onlar için...31 Cumhuriyeti’nin çocuklarıydı onlar. Bu iki yüzlü Bekaret ve Abazanlık Cumhuriyeti’nin... İçlerinde mahçup bir titreyişle kıpırdanan sevgi, aşk, incelik duygularını o sahte erkek ideolojisiyle güçlenen cinsel açlıklarına rehin verenlerin cumhuriyeti...Okumuşların parçalanmış gazete fotoğrafları varsa, diğerlerinin de kuyrukları havada gezen şımarık küçük köpekleri vardı... Bütün bunlar bilmezlikten gelinirdi... Küçük, şımarık köpeklere, uygun bir yeri oyulmuş koyun ciğerlerinden, kesekağıtlarından, yastıklardan, tek kanadı kesilmiş sineklerden, ortası delinmiş sabun kalıplarından gelindiğini bilmezlikten geldikleri gibi...* Çünkü devletin kendisine saygı duymayan insanlara ihtiyaçları vardı, ruhlarını tüketmiş insanlara...Çünkü
o zaman kim kulak memelerinden kolye yapacaktı?Çünkü
o zaman kim basacaktı bir gece cezaevlerindeki koğuşları, kim emir
verilenden daha amansız bir şiddetle savunmasız tutsakların kafalarını
kıracaktı... Kim, inleyişler kanda yüzerken, yüzü olmayan, ama geniş
kalçalı kadınların düşlerini kuracaktı...Utandırdı ve utandırıyor durmadan cumhuriyet kendi çocuklarını... Bu ülkeden gökyüzüne cinsel açlık yağıyor... Okumuş etmiş bir genç, üzerine üzerine ansızın saldırdığı “nesnenin” çığlığıyla kendine geliyor: Ne yapıyorsun, daha bugün tanıştık!...Aşksız cinsellik karşı konulmaz bir nifak gibi dostluklarının sınırını çiziyor... Çürüyor hayalgücü, tükeniyor bağlılık yeminleri... Anlık bir cinsel haz umudu için anında vazgeçiliyor en vazgeçilmez sayılan değerlerden...Yüzü olmayan gövdelerin kötücül dansı başlıyor... Kulaklar duymuyor, tükenmiş ruhlar algılamıyor. Dağların en yüksek tepelerine ya porno, ya şeriat yazılıyor... Aşkı tatmadan ölenlerin kemikleri mezarlarda sızlıyor... Sevgiyle sarılamayan ve önce ruhlarını seviştiremeyenler, sadece bedenlerindeki duygusuz ve kirli kanın akışına veriyorlar kulaklarını...Urfa’da
bir genç “namus dedikodusu” yüzünden kızkardeşinin boğazını
kesiyor, İzmir’de bir adam, karısını evi terkedecek diye onbir yaşındaki
oğluna öldürtüyor... İstanbul’da genç bir kızı, başkasıyla
oldu diye nişanlısı kızın erkek kardeşine öldürtüyor...Bu
ülkeden gökyüzüne cinsel açlık yağıyor... (*)
Bu ülkedeki cinsel açlık konusunda daha geniş bilgi için Sevgi
Soysal’ın Yürümek adlı kitabına bakılabilir. | ||
Geri Dönüş | [Ana Sayfa][Biyografi][Söyleşiler][Eserler] [Posta] |