Dörtlerin Gecesi
(...) Özlenen ateş yakılmıştı sonunda Elden ele bütün dünyaya taşınmıştı Kıvılcım dansıydı gözlerdeki sevinç Kavga dağlarda bilinci kuşanmış Zindanlarda dirence sarılmıştı Ve haykıran dudaklar Her ihanet vakti çöl çöl yarılmıştı Bir ağıttır belki Ağrı'da Zilan deresi Dersim'de Lac deresi bir kanlı şiir Oysa bir destandı Diyarbakır kalesi Ve Diyarbakır zindanında Ateşle sevişen 'dörtlerin gecesi' Ne ki zindan - ne ki tutsak olmak Ne ki kavga - ne ki dağlarda vurulmak Bir sehpada idam olmak ne ki İhanet utancıyla yaşamak var ya hani Onursuzluğun lağım çukurunda yok olmak Üniformalı bir Dehak önünde durmak Ve beyninin içindekileri bir bir kusmak Sonra bir et yığınına dönüşüp kalmak İşte buydu Diyarbakır zindanında yaşamak Sesler ihanete dönüşürdü her gece Bir tas çorba - bir dilim ekmek uğruna İhanetler acılara dönüşürdü kalleşçe Acılar hep türkülere vururdu kendini Etten ve kemikten insan olur mu Beyinsiz insan ayakta durur mu Aynı kavgaya gönlünü verenler Dostunu ihanet ile vurur mu O zindan ki zincir sesidir şarkısı Her sözünde bir çığlık yükselir Her notasında bin öfke Her dizesinde bin isyan beslenir İsyan şiirlere Şiirler yüreklere seslenir O zindan ki her yemek vakti Tutsak ağızları kanla süslenir Onur kaleleri yıkılırken birer birer Yüreklerde dal budak salar ihanetler Ve düşman kasetinde uç önder Beyinlerini kusarak düşmana sergiler Ayni anda sıradan bir nefer Hiç aldırmadan önderlerinin sesine Tutsaklık içinde özgürlüğü söyler Sus dostum sus - sözün yarıda kalsın Özgürlük dilinde kilitli kalsın Başlar eğilse de açılsın gözler Konuşan önderler geride kalsın Ne zaman umutsuzluk çökse direncin kıyısına Bir acı saplanır yüreğin tam ortasına Koğuşlar susar Parmaklıklar durur Ranzalarda küllenen umutlar ağlar Geriye doğru atılan her adım Yakılan ateş üstüne yağmur diye yağar Anlatılmaz bir destandır yaşanan Ne söze gelir ne saza Kırbaçlar sopalara ve zincirlere karışır Ölüler ayaklara dolanır geceleri Kanlı battaniyelere sarılır Her direnişte tabutlarla çıkılır dışarı Gözyaşları zılgıt seslerine katılır Elleri hep koynunda kalır kızların Anaların gözleri dikenli tellere takılır Bir acılı sessizlik sarar yürekleri Dicle'nin suları susuzluğa çakılır Kale burçlarındaki akbabalara Ve üniformalar giyinmiş yeni Dehak'lara Yalnızca zindanın mazgallarından bakılır Bir adam çoğalır bir başına hücresinde Yüreği Kawa'dadır gözleri Babek'te Ateşler yanarken dağ doruklarında İhanet zindan karanlığında kol gezmekte Kawa'lara Babek'lere bir yandaş gerek Bu zindan karanlığına bir ateş gerek Çevrilen ihanet çarkını kırmak için Ölümü göğüsleyecek bir yoldaş gerek Bir anda yırtılır zindan karanlıkları Sessiz bir gürültüyle sarsılır duvarlar Patlar bir beyinde Newroz ışıkları Ey ateşin ve güneşin çocukları Hani bilincin sesi yüreklerimizde Gözlerimizde inancın sancakları nerede Bu gidişe dur demek gerekir bilirim Hücrede her saniyeyi bir yıl eylerim Bir ateş yaktık sönmesin diye hiçbir yerde O ateş sönerse yaşamayı neylerim Bu yüzden uç kibrit ile Newroz günü Yüreğimi sizlere armağan eylerim Üç kibriti bayrak diye devralan Ki dağları delip dostlarına yol kılan Haykırdı ölüm haberini önde gidenin Özgürlüğü zindan karanlığında güneşleyenin Ey bu kavgaya gönül verenler Ser yerine sır verenler Serden geçip de sır vermeyenler Bu zindan karanlığı yırtılsın diye Bu ihanet duvarları yıkılsın diye Newroz gecesi bir önder Ateşi bedeniyle zindanlara taşımıştır Ölürken bile hücresinde Bizlere kıştan baharı muştulamıştır Ateşi saraylara - kömürlerde değil Bir ışık uğruna yüreğinde yakmıştır Silinmiyordu gözlerden süzülen yaşlar Aksın diyordu herkes - aksın Ağlamayı unutmuş gözler ağlasın Gözyaşları alev alev harlansın Dudaklarda tutuşup dillerde şahlansın Ölen artık yüreklerde bir bayraktır ihanet yolunda durulan bir duraktır Karanlıkta bir çıngı ateş Körlere yol gösteren bir ışıktır Atılan zılgıtlar bir başkadır o gün Bir bayram günü ölümü sevmek Ölümsüzlüğe duyulan bir aşkadır o gün Dolaştı üç kibrit elden ele sessizce Hücreden hücreye Koğuştan koğuşa gizlice Konuşuldu uğrun uğrun Tartışıldı geceler boyu ince ince Zindandan dağlara vurdu şavkını Dağlardan en kalabalık kentlere Dallarda çiçeklere verdi rengini Nehirlerde en coşkulu köpüklere Dolaştı yurdunu boydan boya Sazda kırılmayan tel Dilde susmayan söz oldu türkülere Zindanda yürekler yine baskıda Eller bağlı - gövdeler askıda Üç kibritin ateşi sönsün istenir İnançlar ihanete dönsün istenir Düşünceler zincire Sevgiler prangaya vurulsun istenir Yüreklerde çağlayan özgürlük suyu Bulana bulana durulsun istenir Üniformalı bir Dehak'ın şahsında Zalimin zulmü kurulsun istenir Baskılar yetmezse itirafta bulunmalara Yapılan itiraflar dinletilir tutsaklara İşte biri - biri daha - biri daha Susardı bütün koğuşlar Dönerdi bir anda sessiz mezarlara Ve çiğlik çığlığa o sessizlik Binlerce öfkeyi Binlerce isyanı doldururdu bakışlara Üç kibriti dörtlemek derdi bir ses Dört kibriti beslemek Ve olumu isyan ateşleriyle düşlemek Bir koğuş vardı koğuşlar içinde Üç kibriti dörtleyenler yatardı içinde Dört yıldız gibiydiler yıldızlar içinde Teslimiyete gönül verilirken önlerinde Ateşi çoğaltarak yakmak gerek dediler Ölüme yaşamak diye bakmak gerek dediler Sönüyorsa yakılan ateşler birer birer Ateşi bedenlerde çoğaltmak gerek dediler Oturdular her gece diz dize Önce ölümü sevmeyi öğrendiler Ve ölümde olumsuzluğun rengini gördüler Karardan önce yurtlarında kalanlarını Çiçeklerinde açanlarını sordular Düş değildi yasayıp gördükleri Sözlerini gelecek adına bir düş diye Dördü bir ağızdan hayra yordular Binlerce tutsak içinde Ve en kanlı kudurmuşluğunda vahşetin Ölüm cehenneminde bir cennet kurdular Havasızlık içinde veremler yaratılırken gardiyan hakimler ve savcı çavuşlarla Her gece mahkemeler kurulurken İnsanlar soyundurulup makatlar aranırken Hangi kuş konardı zindan penceresine Ve makatlara sigara takılıp yakılırken İnsanlar dört ayak ile yürütülürken Hangi bayrak çekilirdi onur kalesine Üç kibriti yüreklerinde dörtleyenler Açlığın ve yoksulluğun kötülüğünü gördüler Ama hiçbir şeyin Boyun eğmekten daha kötü olmadığını Ve boyun eğenlerin Yarınlara kalmadığını bildiler Her kötülüğün daha kötüsünü tartışıp Gözlerinde bütün korkuları sildiler Binlerce baskıdan ve küfürden sonra Newroz ateşi yakıp şiirler söylediler O günün adını milat koyup Üç kibrit öncesi Ve üç kibrit sonrası dediler Ötsün diye kendi yuvasında kuş Açsın diye kendi dalında çiçek gördüler ki yepyeni kibritler gerek Ateş olup yanmaktaysa bütün gerçek Yanarken türkü söyleyen canlar gerek Ateşi kanıyla tutuşturanlar gerek Patladı zindanlarda yepyeni bir isyan seni Ölümdür sınayan insan yiğitliğini Ölümü bedenimizde boğmak gerek Ölümsüzlüğe varıp ölümlerde Dağlarda kır çiçeklerince çoğalmak gerek Ölümü gamzelerde çiçeklemek ve gülmek Gülmek ki yaşama bilenmek demek İlle de insan sıcağı kokarken koğuşlar Gülmek ki Kurumuş derelerde sellenmek demek Çöl kuraklığında göllenmek demek Var git dostum var git Kendin al bu gece nöbeti Bu gece ölmek Sonsuz bir ölümsüzlüğe yürümek demek Aylardan mayıs ki dallarda çiçektir Toprakta bereket ve doğada renktir İnançta güzellik ve zamanda gelecektir Dört yoldaş o gün baharın koynuna girdiler Ölümün alçaldığını gözleriyle gördüler Gömleklerini - kalemlerini ve saatlerini Anılsınlar diye sevdiklerine verdiler Ve dört ağızdan üç kibritin ışıklı sesini gök gürültüsünü çıldırtarak gürlediler Bu ihanet girdabında boğulmadan Şahsımızda davamız son bulmadan Ve geriye dönüşler virüs gibi çoğalmadan Canımızla bu ihanet çarkına dur demeliyiz Onur bayraklarını göğsümüze dikmeliyiz Kawa'nın örsüne koyup davamızı Yüreklerimizi körüklenen ateşlere sürmeliyiz Bu zindanda yolumuz aydınlıktır artık Üç kibriti dörtle çarpıp bu gece Bütün şehitlere konuk gitmeliyiz Saat dörtte dört canın etrafı dört duvar Duvarların ötesi mayıs gülleri ve bahar Analar ve bacılar ağlayacakmış ne çıkar Bu gece 'dörtlerin gecesi' Dört göğüste yar diye yalnızca ateş yanar Biri nöbet tutar - biri bildiri yazar Diğerleri dört kişilik bir ateş kurar Zindan sessiz - zindan canlı bir mezar gökyüzünde bir anda dört yıldız kayar Bütün dostlar uykuda Dörtlerin gözlerinde yalnız ateş var Dimdik başlarla Emin ve kararlı bakışlarla İhaneti durdurmak için ateşe yürüyorlar Dördü de yaşamaya sevdalı Özgürlüğe nisanlıydılar Tutsaklık kesmişti mutluluk yollarını Bu zindanda ölüme nikahlıydılar Bu ölüm ki özgürlüğün ilk adımı Tutsaklığın ve ihanetin kırılma anı Takvimde on yedi mayıs kalkar On sekiz mayıs dörtlere bakar Dışarda güne hazırlanırken tomurcuklar Dört candan başka uykudadır bütün tutsaklar Dağ - taş ve zindan uykudadır Yalnızca dört özgürlük yolcusu O gece ölüme hesap sormaktadır Yıllar boyu işkenceler içinde İhanetler ve direnmeler içinde Beklediler - beklediler de gelmedi ölüm Tuttular yakasından koydular önlerine Konuş be ölüm - konuş dediler Biz büyürüz sen böyle küçüldükçe Seninle kavgamiz insanlik tarihiyledir Prometheus'tan Spartakus'e Bruna'dan Che guewera'ya Vr Kawa'dan bizlere dek ateş iledir Gel de bağdaş kur soframıza ey ölüm Senin alçaldığını görmek Özgürlük adına sunulan canlar iledir Zindan sessiz - zindan canlı bir mezar Dört can el ele bir demire sarıldılar Tinerler - neftler ve boyalar Zindanda dört can Kazan altında betona çakılmış birer çiviydiler Demirin beline sarılmış dört perçindiler Ve bir potada erimeye hazır cevherdiler Haykırdı üç kibrit yolunda önde giden Ateşi zindanlardan kentlere götüren Tamam mıyız Üç yerine dört kibrit çıkarıp cebinden Yaktı yüreğindeki korlanan ateşten Tutuşan ateş Patlayan tinerlerin ve neftlerin sesi Dokunmasın hiç kimse Bu gece dörtlerin özgürlük gecesi Dört bin yılda yazılmış bir destanın Güneş diliyle söylenmiş ilk hecesi Böyle tutuşur - böyle yanar ancak Uzay cağında bir zindan gecesi Bir havar yükseldi zindandan kırlara Dört ateşten dört kıvılcım düştü dağlara Dağlar tutuşup indi bağlara Dört ayrı ses yükseldi her ateşten Söndürmeyin ateşi Üfleyin korlara - üfleyin korlara (...) Yak artık canlarla yakılan ateşleri Yak ki açılsın dünyanın körelmiş gözleri Yak ki yırtılsın geceler ışığınla Yak ki tarihi yeniden başlatsın Kawa'nın -üç kibritin ve dörtlerin sözleri Yak ki yayılsın dünyaya Ateşin ve güneşin ölümsüz sesi (Ateşin ve Güneşin Çocukları)
Adnan Yücel



     www.intersiir.com  <---  Şiir alemine geçit...