İnfaz
Birdy! 24 yaşıma...
Resmi tarih... resmi geçit... daralan an!
Bir siyah uzun çok uzun yoruldum u z u n
Saçların kimliksiz bıraktığı, resimlerden
Kovduğu yüz! bellekte kurşun dökümü
Erken unutmak zorunda kalırız
Durmadan dışa vurup da
Hep içe düştüğümüz macerayı
Kâğıtların, kıskanç kasvet odalarının namluya
Sürdüğü ölüm... el değmeden sevişmek sanki
96 mevsimin kargışlı döngüsünde
Susmuşsa artık merasim alayı
Bir hiçi bir hiçliğe taşıyan
Sakalar birer birer öldüyse yani
Lağvettiğimiz tasalar hangi iklime saklanır
Biz şaha kalkıp kalemize düşersek
Belki kalır bizden kopan
Ama heyecanla bize dönerken
Biraz geçkince... yine de
Olgun meyvelercesine
Tadında diri telaşlarımızı hatırladığımız
O dar alan! o daralan an!
Herkes kendi doğrusunda pişman
Herkes kendi doğrultusunda yalan
Kendi damarını terk ettiğinde sahicidir
Ancak gövdeden uzaklaştıkça
Gerçek rengini bulur kan... akardı
Buluşma saatine gecikmeden
Hesaplaşabilseydik bileklerimizle
İz bırakabilseydik akıl gözlemevi'nde kilitli
Tedirgin geleceklere, gelmeyeceklere
Sorardık: bölük --dur!
Bin zehre bölündüğümüz
Cenkler tarihinden sıyrılıp
Söküp gün yüzünden rütbelerimizi
Yenginin; yenilginin sustuğu mola: fırsat
Bulduk, sorduk
İnsan ruhunun hangi cephesine siner de
Benlik ezgisini mırıldanır neşeyle
Ezilmeden kendinde, altında kalmadan o duvarın
Gölge dibinde insan nasıl
Mırıldanır benlik ezgisini şevkle
Kutsal mıdır sürgülendiğim kapılar
O kapılar sedef yumruklarımızın parlattığı
Mut yuvalarına kapalı oysa
Ben itiraflara açıldıkça
Rehberim oldu aciliyet ve telaş
Rehberim kana âşık
Korkulu sularda çalkantılı bir istiridyeydi:
Galiba selimışık
Kullanışsız karşılıksız
Bin ağlayış bin yakarış bin haykırış
Karıştım kölelerin puslu iniltisine yaşamak pahasına
Rehberim oldu dilde viran, alfabede yarış
Öğrendim/bilmek kötü bir sıfattır, gitmek altın fiil
Gittikçe açılır yara: sevildikçe habisleşen muamma
Bulur bizi: cinayet canileri saklayamaz
Eve dönüş yollarında adımlarımız
Sarsak ve kazaya uğradım yaralarımda
Deme hakkını elden kaçırmış
Hasta adam! zavallı ukala
Hangi cerrah erişebilir artık
Hapsolduğumuz yaraya
Uyku kalesinin kuytu burçlarında saklanmak
Hayır!lara vesile olan kanı sulandırmaya
Yetmez! buz tedavisi boyutlarını
Eşyayla barıştırmaya yetmez! sen öyle
Sabırsız yan ki yankılanır orman
Serçe havalandığında defne dalından
Kartalın kilitlenen bakışına biz konduk
Diye kahrolur orman
Nehrolur bilgelerin gayb defteri
Daha dün ödeştik atalarımın ruhuyla
Soylu bir şölende koşarak
Geçtim dünyanın köprülerinden
Deşildi artık değer artık emek
Artık bilince mübahtır çelik kanunu
Madde I -lâ mevcude illâ hû
Nergisler tanrıya en yakın komşu
Doğayla insanın uzun mücadelesi
Daha dün buluşturdu ay ile han'ı
Daha dün, dolunayın damla damla
Geceye indiği vakitte bana bahşedilen
Kısrak ile eşleştik: kızıl, kristal, safkan!
Daha dün yapyeni bir teslimiyete
Gerdik derimizi, can verdik
Gök yollarında yepyeni bir teslimiyet
Parladı, daha dündü
Kanatlar onarabilir çünkü
Enkazdan miras kalan talih kuşunu
Biz okşarız, gövdeye sarkan kumpas
Bizim üzerimize düştü, bize tutsaktı
Uzaklığın yakın tarihi, oldu, biz okşarız
Hasta adam! zavallı ukala
Artık kasten kılıcının üzerine
Kendini atmak bile
Rastgele kovaladığın ölümü
İkna edemeyecek, hayat hep galip
Gelecek bir kız, o kız
Ardımda düğümlü sicim
Aklımda çoğalan isle boğulacak
Altımda kalan eğreti bir hayata -ki yükselmiştim
Haraç verecek, haç çıkarıp şeytanla birlik
Süslen ey omurgasız kadırga
Karaya oturduk nasıl olsa
Diğer renkleri ayakta alkışlamaktan bıktığımızda
Dönüp baktığımızda yapışkan efsanemize...
İşte okunurken halkın râm olduğu efsane
Daha ilk yargıda yitirdik farkımızı:
evren çatısındaki çatlak
senin kaburgalarınla aktarıldı
ondandır ki vehim içindesin
ciğerlerine her hava çekişinde
yok göğüs kafesin senin
ondandır ki uçtu kalbin
ayaklarının eremeyeceği yere
işte ondandır; yol da yitti!
Buraya kadar, burada şaşkın
Bir kız bize bizden harç taşıyor
Nehr-i cerahat taşıyor kızın
Kırmızı balıklı serin ağzından
Çünkü bir günahla gömülmek
Bir günaha gömülmekten ayrıdır
Ayrıdır o yüzden yüzgörümlüğü
İsteyen yumuk gözler
Ki gözler kimi zaman, zamandan aşar
Devrilir payitaht geçmiş zamana
Orada barınamaz artık ne korku ne de kuşku
Ötekinden artan kül bizde ateş bulamaz
Tutkuyla tırnak geçir ya da
Koyver gitsin tutkusuna kelepçeli
O durgun denizleri
Gibi de değil
Tırnak içinden sökülüp çıkarılmışsa bir kez yaşamak
Yaranın açılmasını hasretle bekleyen ecza
Şimdi yeni bir tanıma gebedir: "cinnet"
Anlıyoruz sığmıyor tırnaklarımıza
Şimdi sadece et parçaları oynaşıyor
TIRNAKLARIMIZDA
Şimdi
İnfazdan konuşuluyor
Ayhan Kurt
www.intersiir.com <--- Şiir alemine geçit...
|