Bir duraktan genç bir kadınla, dokuz on yaşlarındaki oğlu bindi, otobüse... Kısa bir süre sonra avını bulmuş bir avcının heyecanıyla, “biletini at hanım” diye bağırdı bizim şoför. Genç kadınsa utanarak yolcuların arasına saklanmaya çalıştı. Şoför yine: “Biletini atmadın, bak kafam bozuluyor artık” diye öfkeyle çıkıştı. Biraz daha gittik ama çok geçmeden genç kadın ağlamaklı bir ses tonuyla: “Durun... Lütfen, burada inmek istiyorum” dedi. Otobüs durdu. Kadın, yanında çocuğuyla durak dışında, öylesine bir yerde indi aşağıya. Bu defa yüzünü örtmüş hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Oğlu ise annesine sarılıp: “Anne ağlama, ne olur ağlama” diyordu habire. Otobüste ansızın bir sessizlik olmuş, herkes nefesini tutarak bu olayı izliyordu. Bu genç kadının varlığıyla kötü bir düşten uyanmış gibiydik. Oğluna sarılıp ağlayan bu genç anne yıllardır bastırdığımız duygularımızı hatırlatmıştı sanki bize. Ve hemen sonra hiç beklemediğimiz bir şey oldu: Şoför otobüsün el frenini çekip aşağıya indi ve kadınla çocuğun yanına gitti ve onlardan özür dilemeye başladı. Duyuyorduk, şoför ağlayan kadına yaptığı işten çok bunaldığını, geçim sıkıntısı çektiğini, trafiğin ve yolcuların sinirlerini harap ettiğini, demin yaptıklarından pişman olduğunu söylüyor ve biletsiz olsa bile -ki şu an bu hiç önemli değildi- genç anneyi otobüse davet ediyordu. Genç kadınsa biraz önce çok aşağılandığını, çok utandığını, bir daha o otobüse binemeyeceğini söylüyordu. Otobüsün durduğu yerin biraz aşağısı deniz kenarıydı ve hemen oracıkta bir çay ocağı ve gökyüzü renginde masa örtüleri bulunan masalar vardı. Güneş ve rüzgâr bu çay bahçesini soylu bir neşeyle kucaklıyordu. Genç kadın çocuğuyla beraber biraz olsun soluk almak ve dinlenmek için bu çay bahçesindeki masalardan birine oturdu. Gözyaşları dinmişti. Şoförse onu bırakmıyor, yanına diz çökmüş özür dilemeye devam ediyordu, işte ne olduysa bu andan sonra oldu. Herkesin yüzü aydınlandı ve ortak bir kararla gideceğimiz yerlerden vazgeçip otobüsten indik, adeta koşar adım gökyüzü rengindeki örtülerle örtülü masaların olduğu çay bahçesine gittik. Genç kadının yanına diz çöken şoförün omuzuna vuran güneş ışığı, genç annenin o unutulmaz masum yüzü defalarca içimize işlemişti. Sanki birbirinden çok, ama çok farklı insanların içinde ne gariptir ki aynı ortak ses: “Artık yeter, bunca kötülük, bunca duyarsızlık yeter” diyordu. Nitekim şimdi hemen herkes genç anneyi teselli ediyor, sakinleşmesi için çaba harcıyordu. Genç kadın bu yakınlığımızdan cesaret alıp durumunu güçlükle de olsa anlattı. Kocası siyasi mahkummuş, yıllardır cezaevindeymiş, kendisi işten çıkartılmış, günlerdir iş aradığı halde bulamıyormuş, evde hiç yiyecek bir şey kalmamış, çocuğunu annesine götürüyormuş, otobüs bileti alacak parası yokmuş. Genç kadın bütün bunları anlatınca bir anda herkes garip bir duygusallığa kapıldı ve deminki dehşet otobüsünde uyanan kötü ruhları için birbirlerinden özür dilemeye başladılar. Yalnızca çok genç insanlarda görülür bu duygusallık; o kötücül mantık yoktur. İyi ki de yoktur, göğüsleri heyecanla inip kalkar... Şoför son günlerde kendisini çok yorgun ve mutsuz hissettiğini, geçim sıkıntısı yüzünden karısının evlere temizliğe gittiğini, bunun onurunu çok zedelediğini, yolculara olur olmaz zamanda bağırıp, onları aşağılamasının nedeninin bu yüzden olduğunu söyledi. Genç öğrenci yer vermediği yaşlı kadından özür diledi. Yaşlı kadın ise: “Okulda çok yoruluyorsunuz, sınavlarınız, vizeleriniz yüzünden uykusuz kalıyorsunuz, siz de haklısınız evladım” dedi. Genç adam biraz önce otobüste sıkıştırdığı genç kızdan adeta yerin dibine girerek af diledi: “Otobüslerde böyle durumlarda karşımdakinin duyguları olduğunu unutuyorum, daha sonra bu yanımdan çok utanıyorum” dedi. Genç kız: “Siz ve söylediklerinize inanıyorum öyleyse bu son olsun” diyerek anlayışla elini sıktı. Otobüsün en şık, en zarif kızı, üstü başı pis ve kendi kendine konuşuyor diye kimsenin yanına oturmadığı yaşlı adamı dansa davet edince ortalığı doyumsuz bir neşe ve coşku sardı. Herkes o anda kendisinden son derece hoşnut olmuştu. Genç adam, üzerine abandığı kendisinden kısa boylu yolcudan: “Bu bende adeta bir takıntı olmuştu, yanıma benden kısa boylu kim düşerse hemen ezmeye bunaltmaya çalışırdım, şimdi çok saçma buluyorum. Ve bu son artık, ne olur, zor durumda bıraktıysam bağışlayın” diye özür diliyordu ondan. Sivil polis ise ne konuştuklarını dinlemeye çalıştığı öğrencilerden: “Bu mesleği sevmiyorum, ama okutmak zorunda olduğum sizin yaşlarda iki çocuğum var, ne olur beni affedin şu an burada olan herkesi çok seviyorum üstelik uzun zamandır bu kadar mutlu olduğumu hatırlamıyorum” diyordu herkese... Otobüste birbirinin ayağına basanlar, kırıcı söz söyleyenler sarılıp öpüşüyor, birbirlerinden defalarca özür diliyorlardı. Tavşankanı çaylarımız gelmişti. Ve biz kendimizden hoşnut, içimizi ısıtan güneşin ve yüzümüzü okşayan rüzgârın altında günün bize çizdiği rolden az önce gözümün önünde yaşanan bir dram sayesinde kurtulmuştuk. Ve bu arada etrafımızın polisler ve TV kameralarıyla çevrilmesine hiç aldırış etmiyorduk. Asayişi bozuyormuşuz. Bize derhal otobüse binip terkettiğimiz rollerimize, yani o kötü ruhlarımıza dönüp yolculuğumuza devam etmemizi emrediyorlardı. Yıllardır ilk kez kendimizden bu denli hoşnuttuk. Bu yüzden birbirimize öylesine kenetlenmiştik ki, hiçbir güç bizi mutluluktan koparamazdı. Otobüsümüz yolun kenarında öylece duruyordu. Kameralar yerlerini almış, sirenler can havliyle bağırıyordu. Devlet güçleri son uyarıları yapıyorlardı. Hayali mermiler namlulara sürülmüştü. Bizse hiç aldırış etmiyorduk!.. | ||
Geri Dönüş | [Ana Sayfa][Biyografi][Söyleşiler][Eserler] [Posta] |