onu hatirlamaya mecbur olduğumu bİLMİYOR | ||
Beni sevmekte ısrar ederek bana verdiği acı ve sıkıntının
farkında da değildi anlaşılan!.. Üstelik bütün korku ve kaygılarıma aldırmadan,
hatta bütün bunlardan sevgisine ve varlığıma ilişkin gizemli duyarlılık
payları çıkarttığını ileri sürmesi beni iyiden iyiye geriletiyor;
çevremdeki boşluğu biraz daha büyütüyor; kendimle buluşmamı sağlayan
bütün çıkış yollarını kapatıyordu... Aslında o beni sevgisiyle yukarıya, günlük
hayata, olup biten her şeye, anında, hemen oracıkta tepki vermeye çağırıyordu.
Birisine araba mı çarptı, hemen o yaralıyı kucaklayıp hastaneye götürmeye;
birisi birisine bıçakla mı saldırdı, üstüne mi yürüdü, hemen ayırmaya;
olayı kimin başlattığına dikkat edip, gerekirse mahkemede tanıklık
yapmaya; komşularla dayanışmaya; çocuk büyütmeye; karşı
apartmandaki gözleri görmeyen adama roman okumaya; yan dairedeki yatalak
kadına ilaç ve moral taşımaya çağırıyordu... Oysa ben çok istesem
de, bunların hiçbirini yapamam. Elimden gelmez, beceremem. Ben istesem
de hiçbir şeye müdahale edemem, ben sadece önümde, çevremde olup
biten her şeye maruz kalırım. Dayak yiyen adamın kendisini elleriyle,
kollarıyla korumasına; bıçaklanan adamın, yandım anam, diye bağırışına;
yaralılara yardıma koşan insanların ayak seslerindeki telaşlı ve
abartılı sevecenliğe; yatalak kadını ziyaret edip çıkarken, kadının
minnetle gülümsemesinin usul usul ve hüzünle sönüp tamamen donmasına;
mahkemede verilen ifadelere değil de, ifade veren insanların sanki başka
bir gezegenden düşmüşlercesine o yabancı ve ürkek ifadelerine; tam
bu esnada, orada yaşanan bütün bu gerginlik ve korkulardan uzakta
yalanan bir kediye; güneşin mahkeme camlarındaki tozlu kırılmalarına
ve o anda bahçede top oynayan çocukların uzun yıllar öncesinden gelen
ve solmuş bir sevincin içimi acıtan seslerine; kendisine roman okunan kör
adamın, çevresinde kimsenin görmediği yaratıklar varmışçasına
belirsiz, ama güçlü ifadelerle etrafı izlemesine maruz kalırım... Çünkü en dalgın, en silik, en beceriksiz tanığıyımdır
önümden hızla gelip geçen bu gündelik hayatın... Sadece kimsenin çekmeye
gerek görmediği garip, işe yaramaz fotoğrafları art arda çekip,
belleğimin gizli bölgelerine kaydeder dururum. Sonra ruhumun mağarasına
çekilirim usulca... Ve orada, tarihlerinden ve yurtlarından kopan yüzlerin,
seslerin, acemiliklerin, dikkate değer görülmeyen davranışların,
ancak ters ışıkta bir anlam taşıyan gizemli çelişkilerin üzerine gümüş
yağmurlar yağar usulca, belli belirsiz... Susar, hareketsiz seyrederim, yeryüzünde sır
vermeyen zamanın parmaklarından sızan gümüş yağmurunu... Çünkü
sonunda yaralılar iyileşir, hapishaneler dolar boşalır, çocuklar büyür,
yatalak kadınlar ölür, komşular taşınırlar... Beni koşulsuz ve ömrü boyunca seveceğini söyleyen
sevgili bir gün yorulur ver artık bir başkasına sunduğu sevgisini
ona, uzak bir şehre götürmeye karar verir. Otobüsün camına yasladığı
bitkin başı hafifçe titremektedir... Ağzının kenarından sızan belli belirsiz, masum
ve ılık suda görürüm yüzümü, kendimi... Uyanmasın, dinlensin diye
elimi, başıyla otobüsün camı arasına yavaşça yerleştirir, sonra
da ağzından sızan ılık suyu usulca silerim. Çünkü beni mağaramda
bıraktığı için ona sonsuza dek minnet borçluyumdur... Bu yüzden artık onunla her yere gider, onunla bütün
sevgileri, özlemleri, acıları ve coşkularını yaşarım... Onu kutsal
ve sarsılmaz bir sevgiyle seven ve yaralıların hiç durmadan yardımına
koşan, olayları anında gören, hemen tavır alan, mahkemede hakimin gözlerinden
dikkatli bakışlarını hiç ayırmayan, kavgaları anında ayıran,
sevildiği için, bunda öfkelenmek, içine kapanmak şöyle dursun yaşama
dört elle sarılan ve kendine olan güveni ve sevgisi çoğaldıkça çoğalan
sevgilisinin yerine koyarım kendimi... Hatta zaman zaman, garip, anlaşılmaz bir boşluğa
düşüp: Sevgilerde yetmeyen bir şeyler var, sanki bu bulutun arkasında
gizli bir kapı, şu sisin ardında beni bana hatırlatan bir cümle, bir
kelime var, ama bulamıyorum, dediği zamanlarda ona, göremediği kapıyı
gösterip; hatırlayamadığı cümleyi, kelimeyi usulca kulağına fısıldayınca
gözleri birdenbire sevinçle ışıldadığında, bu ruhumun mağarasından
sızan gümüş yağmurları gibi içimi aydınlatırdı. O şimdi, beni bıraktığı mağaramda geceler boyu
kaybolmuş aşk yüzlerini ve yerin üstünde hep eksik kalan ya da
unutulmuş duygu hallerini, gümüş bir yağmurun altında buluşturup,
birleştirdiğimi de bilmiyordur... İstediğim anda başka ruhların davetsiz konuğu
olduğumu da... Mağaramdaki ruhumun yerin üstündeki ruhumla bir türlü
birleşip bütünleşemediğini de bilmiyordur... İşte bu yüzden kötü
olduğumu ve her tür kılığa bürünmüş kötülükleri anında
hissettiğimi de... Benim kötülüğümün başkalarına asla zarar
vermeyen ve sadece bana korkunç cezalar veren bir kötülük olduğunu da
bilmiyordur... Şimdi kendisine yeni bir sevgili bulan yerin üstündeki
sevecen kadın benim onu hiç sevmediğimi düşünüyordur... Elim otobüsün
camıyla başı arasındayken bile onu sonsuza dek unuttuğumu sanıyordur...
Ben kendimi bir mağarada ömür boyu yaşamaya, acı
veren ve “suçlu bir zevkle” mahkûm ettiğim için, onu sonsuza dek
hatırlamaya ve ruhunda konuk olmaya mecbur olduğumu hiç bilmiyordur... | ||
Geri Dönüş | [Ana Sayfa][Biyografi][Söyleşiler][Eserler] [Posta] |