 
   (1926-1999)
  Şairin şiirlerini 
          okumak için
  
 
  Diğer şairlerin 
          biyografilerini 
          okumak için
  
 
  Bu şair 
          hakkında bilgi 
          eklemek için
  
 |   | 1926 yılında İstanbul'da doğdu. Türkiye'nin ilk Milli Eğitim Bakanı 
              Hasan Ali Yücel'in oğlu olan şair, orta öğrenimini Ankara Erkek 
              Lisesi'nde tamamladıktan sonra, AÜ Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi 
              Klasik Filoloji Bölümü'nde okudu. İngiltere'de Cambridge Üniversitesi'nde 
              eğitimini sürdüren Yücel, Londra'da BBC Radyosu'nda çalıştı.
  
              1945-1965 yılları arasında Yenilikler, Beraber, Seçilmiş Hikayeler, 
              Dost, Sosyal Adalet, Şiir Sanatı, Dönem, Yöne, Ant, İmece, Papirus 
              adlı dergilerde yazdı. Ünlü dünya şairlerinden çevirdiği şiirleri 
              bir araya getirdiği Her Boydan adlı kitabı 1959 yılında yayımlanan 
              Yücel, çalışmalarını Yazma, Sevgi Duvarı, Bir Siyasinin Şiirleri, 
              Ölüm ve Oğlum, Şiir Alayı, Rengarenk, Gökyokuş, Canfeda, Çok bi 
              Çocuk, Kısadevre ve Kuzgunun Yavrusu adlı kitaplarda topladı.
  Şiir Kitapları
  Yazma (1950) Sevgi Duvarı (1973) Bir Siyasinin Şiirleri (1974) Ölüm ve Oğlum (1976) Şiir Alayı (1981) Rengarenk (1982) Gökyokuş (1984) Beşibiryerde (1985) Canfeda (1986) Çok Bi Çocuk (1988) Kısa Devre ve Kuzgunun Yavrusu (1990)
  Ölümü münasebetiyle basında çıkan yazılar
  ZAMAN  'Sararıp 
        dökülmeden önce kızaran yapraklar ki onlar...' 
              Babaannesinin bir Mevlevi olarak, Yunus'tan ilahiler okuduğu bir 
              evde doğmuş. Cumhuriyetin en ünlü Milli Eğitim Bakanı, Hasan Âli 
              Yücel'in oğlu. Hep de öyle kaldı. 8 yıl bakanlık yapan Hasan Ali, 
              sandıktan DP'nin çıktığı seçimde seçilememişti. İki önemli eser 
              bıraktı: Çevirilerini yaptırarak bastırdığı dünya klasikleri ve 
              köy enstitüleri. 
              Bir de, kendi siluetine kirli bir sakal ekleyen oğlu Can. 
              Babasının kimliği üzerine yapılan tartışma uzun da olsa içeriği 
              kısadır. 
              Kimdir Hasan Ali? 
              - Devrinin adamı mı, yoksa devrimin adamı mı? Devrinin adamıysa 
              kendisini devrimin adamı olarak göstermeyi nasıl başarmıştır? Yok, 
              devrimin adamıysa çok devirlerde el üstünde tutulması nedendir? 
              Ya da hem devrimin, hem devrinin adamı olmak mümkün müdür? 
              Şu anekdot çok bilinir. Mustafa Kemal Atatürk sorar: 
              - Sıfır nedir Hasan Ali? 
              - Sizin yanınızda ben paşam. 
              Neyse... Biz babayı bırakıp oğula bakalım. 
              1926 doğumlu Can, 10 yaşındayken, ölen arkadaşına şiir yazar. 12 
              yaşında ise başparmağı için yazdığı şiiri eve gelen Tanpınar'a okur. 
              Bir parmak için şiir yazılabileceğini hiç düşünemeyen üstad, çok 
              şaşırır. 
              Ankara Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi'nde Klasik Filoloji mezunu. 
              Sadece ''tuzu kuru''ların devam ettiği bir bölümden yani. Tahsiline 
              devam etmek için seçtiği yer: Cambridge. Sonra BBC ve ardından yurda 
              dönüş. Önce turist rehberliği yaptı. Sıkılınca da çevirmenlikten 
              kazandıklarıyla yaşamaya başladı. Bir de doğal olarak babasından 
              kalanlarla. 
              Çok şiir yazdı. Ancak yine de küfürleri şiirlerinden daha çoktur. 
              Rakıları ise ikisinden de çok. Bu üçlü hep iç içedir onun hayatında. 
              Şiir yazmaya kalkar, olmaz, rakı içer. Şiir şehrine korsan gibi 
              girmeye çalışır. Yine olmaz. İnat edip küfürlerini kâğıda döker. 
              Ve bu metinleri, el altından şiir diye dağıttırır. 
              Rakı içer, sarhoş olur. Küfretmeye başlar. Küfrün de dibini bulur. 
              Rakı içenin de küfür edenin de kendisi olduğunu reddederek rakı 
              bulaşığı peçetelere şiir yazmaya koyulur. Ayılınca bu defa rakıyı 
              ve küfrü reddettiğini reddeder. Küfürle başlar. Küfretmekten sarhoş 
              olur. Üstüne yine de rakı içer. Şiir yazmaya soyunur. Dili küfürden 
              kurtulmaz. Yazdıklarının altına ''bunlar şiirdir'' der, imzasını 
              atar. 
              Hep kenar mahallelerde dolaştırdı metinlerini, tekinsiz parklarda, 
              bekar odalarında, gün ışığı görmeyen dehliz cafelerde. 
              90'lı yıllarda, artık konuşması özel bir çabayla çözülür hale gelmişti. 
              Televizyonda kolayı bulundu. Alt yazıyla deşifre edildi konuştukları. 
              ''Şiir yazmak ne ister?'' tartışmasına argo bir eşikten katılınca 
              mahkemelik oldu. Hakime uzun bir fıkra anlattı. Sonu şöyle bitiyor: 
              ''Bizde buna böyle denir. Tıp literatüründeki karşılığını, Latincesini, 
              Arapçasını ya da sosyetik olanını kullanırsanız, halk bir şey anlamaz.'' 
              70 yaşını devirdiğinde kanser teşhisi kondu. Kendi sonunu kendisi 
              belirlemek istedi. ''Morfin yapın, cesedimi denize atın'' demeye 
              başladı. Hayatının kahrını çeken karısına bakıp Shakespeare'i taktı 
              diline: ''Vazgeçtim bu dünyadan / bilmem ne paklar beni... / seni 
              yalnız koymak var ya... / o koyuyor adama...'' Bodrum'da konulan 
              teşhisi Kanada Toronto Üniversitesi'nde nöropatalog olarak çalışan 
              oğlu kesinleştirdi. Hem de saldırgan bir ur türüydü boğazındaki. 
              Yıllarca sakalının altına saklanmıştı. 
              Kanseri kabullenince, solcu doktor aramaya başladı. İlle solcu ve 
              devrimci olacaktı. Hele profesör olursa daha da iyi olurdu. Çünkü 
              ona göre solcu olmayanlar asla iyi doktor değildiler. 
              53 yıllık sakalı kesildiğinde hiç sesini çıkarmadı. Yani küfür etmedi. 
              Küçük İskender'le şairlik yarışına girdi. ''Nazım'dan başlayan nazım'' 
              mısraını yazan biri olarak K. İskender'in, Nazım Hikmet'e laf eden 
              Ece Ayhan'ı sevdiğini söylemesine dayanamadı. 
              Belden aşağıya vuran bir şiir yazdı: ''Nazım için 'Gurbette yazdığı 
              şiirler / Kartpostal şiiri' diyen Ece'nin kendisi Kart bir postal...'' 
              K. İskender durur mu, o da karşılık verdi: ''Bunak bir şair olmaktansa, 
              kötü şair olmayı tercih ederim.'' 
              18 Nisan seçimlerinde ÖDP'den İzmir milletvekili adayı oldu: ''Politikadaki 
              kanseri ben biliyorum, ben temizlerim.'' 
              Bir usta olarak gençlere öğüdü ise şöyle: ''Yazı yazmada öğüt olmaz. 
              Çünkü yazı yazmak, kendi başına bir değirmendir. Kendi kendini öğütür.'' 
              Sonu şiire varıp varmadığı tartışmalı bir yolda retoriğe takıldı 
              kaldı. (''Ozon tabakası değil ozan tabakası delindi.'' diyen o.) 
              Kızının adı Su, oğlunun adı Yeni Hasan. 
              Kendi kurduğu üçgende yaşadı: Şiir, rakı, küfür. Yaşama bağlanması, 
              sövmek istemesinden. ''Biraz daha yaşasam'' demedi, ''biraz daha 
              sövebilsem.'' Şiirlerine de devam ediyordu, yani mantara tüfek atmaya. 
              O şimdi hüvel baki.
  
              ***
  
              'Ben solcu molcu değilim' 
  
              Şair Can Yücel'le yapılan ve Zaman'da yayınlanan röportajdan bazı 
              bölümleri yeniden yayınlıyoruz: 
  
              - Dünyanın hiçbir yerinde şiir her zaman geçerli bir şey değildir. 
              Şiir içtenliktir. Geçer akçe olmadığı zaman yol bularak gelecektir. 
              Şiir yaşayacaktır. Dünyanın her yerinde örneğin Sovyetler Birliği'nde 
              istedikleri kadar şiiri geriye itsinler bir gün şiir patlar. Şiir 
              patlak verir. Bir müzik olur, başka şey olur. 
  
              -(Bir ate olarak konuşmak bana düşmez ama) Allah'ı anlatmak, evrenin 
              birliğini anlatmak için şiir gereklidir. Hayatı evrenle birleştiren 
              bir denge içinde yürütme bir ihtiyaç halini almıştır. 
  
              - Özgürlüğün, kültürümüzün, ayinlerimizin olmaması şiiri keser. 
              Şiiri keser ama bu çıkmaz sokak, aynı zamanda çıkmazın içinden çıkmaktır; 
              hedefini de uyandırabilir. 
  
              - Orhan Veli kültürel değişim sürecini tahmin ettiğinden dolayı 
              zannediyorum ilk lümpen şiiri yazmıştır. Bazı şiirleri İbrahim Tatlıses'ten 
              daha lümpenseldir. Sessiz bir şiirdir. Bu şiir okunmaz. Ama bu "Türk 
              şiirinin lümpenleşmesine Orhan sebep oldu" lafı, aptalca bir Attila 
              İlhan lafıdır. Nazım Hikmet'in şiirini lümpenleştiren Attila İlhan'ın 
              kendisidir. 
  
              - Aslında ben solcu molcu değilim. Şairim. En doğrusu odur. Ben 
              İsmet Özel'e de sağcı solcu demiyorum. Bir memleketin dili, sağcı 
              solcu meselesi peşinde götürülemez. 
 
  HÜRRİYET
  Her yemeği karakolda 
              bitti
  
              BBC'nin Türkçe Yayınlar Servisi'ne Can Yücel'i anlatan yakın arkadaşı 
              yorumcu ve tarihçi Andrew Mango, ''O kabına sığmazdı. Çıktığımız 
              her yemek karakolda biterdi'' dedi. Can Yücel'in BBC'de çalıştığı 
              dönemi de anlatan Mango, şairin Londra'da da şiirler yazdığını söyledi.
  
              ÜNLÜ şair Can Yücel'le ilgili anılarını anlatan BBC'nin eski yöneticisi, 
              yorumcu ve tarihçi Andrew Mango, ''Kabına sığmaz biriydi. Çıktığımız 
              her yemek karakolda biterdi'' dedi. Andrew Mango, Can Yücel'in ölümüne 
              1960'lı yıllardan önce program yapımcısı olarak görev yaptığı BBC'nin 
              Türkçe Yayınlar Servisi geniş yer ayırarak, şiirlerinden bazı bölümleri 
              sesinden yayınladı. Servisin eski yöneticisi İngiliz Andrew Mango, 
              Can Yücel'le 1950'li yılların sonlarında Ankara'da tanıştığını ve 
              kendisine BBC'de çalışmayı teklif ettiğini söyledi. Mango, o günleri 
              şöyle anlattı: ''Teklifi kabul etti, Londra'ya geldi. İngilizce'ye 
              ve İngiliz kültürüne aşinaydı. Bir dizi tanıtma programı hazırladı. 
              İngilizce'ye hákimdi. 27 Mayıs ihtilali oldu. Can Yücel'in heyecanı 
              ile birlikte BBC'nin Türkiye'deki önemi artmıştı. Can, her gün BBC'de 
              gün batımına kadar tercümeler yapıyordu. Akşamları birahanelerde, 
              şarap satan yerlerde oturup, günü değerlendiriyorduk. Can, Londra'da 
              şiirler yazdı. Politikada Oscar Wilde'yi anımsatan şiiri vardı. 
              Can Yücel, kolay disipline gelmiyordu. Kılık-kıyafeti berbattı. 
              Sürekli buruşuk gömlek, ütüsüz pantolon giyer, kravat takmayı sevmezdi. 
              Günler geçtikçe sıkılmaya başladı. Türkiye'ye dönme zamanı gelmişti. 
              Oturup konuştuk, istifa etmesini istedim. Hatta oturduk, istifa 
              dilekçesini adına ben yazdım, o imzaladı.''
  
              EN SON KUZGUNCUK'TA GÖRDÜM
  
              İngiliz yorumcu ve tarihçi Andrew Mango, Can Yücel'e Ankara dışında 
              bir yere gitmesini önerdiğini belirtirken, ''Sakin yere git güzel 
              şiirler yaz, Türkiye'de olanları uzaktan izle dedim. Marmaris'i 
              önerdim. Dediğimi yaptı, Marmaris'te Turizm Temsilcisi oldu. Yıllar 
              sonra kendisini Marmaris'te buldum, Datça'ya, Fethiye'ye gittik'' 
              dedi. Can Yücel'le Fethiye'de yemeğe gittiklerini ancak bunun karakolda 
              bittiğini kaydeden Andrew Mango, ''Daha sonra kendisini İstanbul 
              Kuzguncuk'ta buldum. Kuzguncuk'taki bu yemeğimiz de yine karakolda 
              bitti. Her yemeğimizde kavga çıkıyor ve sonuçta karakolda bitiyordu. 
              Kuzguncuk'tan sonra maalesef bir daha karşılaşamadık'' diye konuştu.
  
              Şiir gibi gitti
  
              Türk şiirinin en büyük ustalarından Can Yücel, son yolculuğuna sevenlerin 
              omuzlarında şiir gibi gitti. Yücel için ilk tören, son nefesini 
              verdiği Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nde düzenlendi. 
              Törene öğretim üyeleri, siyasiler, şair ve yazarlar, okurlarlarından 
              oluşan yüzlerce kişi katıldı. Can Yücel'in çok sevdiği günebakan 
              çiçekleri ve karanfillerle süslenen tabutu omuzlara alındığında 
              bir alkış tufanı koptu. Tören boyunca eşinin tabutunun başından 
              ayrılmayan Güler Yücel de, hayat arkadaşını alkışlarla uğurladı.
  
              Bademcik kanseri şair tanımaz...
  
              Can Yücel'in ölümüne neden olan Bademcik kanseri, nadir görülüyor. 
              Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Anabilim Dalı Öğretim 
              Üyesi Doç. Dr. İrfan Papila, erken anlaşılması halinde tedavi şansının 
              yüksek olduğunu söyledi. Doç. Dr. Papila, şu bilgileri verdi: ''Bademcik 
              kanserinin kesin nedeni bilinmiyor. Ancak genetik yatkınlık, alkol 
              ve sigara kullanımı, fiziksel tahriş gibi faktörlerin etkili olduğu 
              sanılıyor. Önce bademcikte küçük bir yara şeklinde başlıyor. Boğazda 
              yemek yerken ve yutkunurken ağrı, kitle hissi belirtileriyle kendini 
              gösteriyor. Yüzeyel yara oluşturacağından hafif bir kanama da olur. 
              Başlangıçta, yani erken dönemde farkedilirse bademcik alınarak tedavi 
              edilebilir. Sıçrama riski diğer birçok kansere göre daha düşük. 
              Ancak ihmal edilmesi ve geç anlaşılması halinde sıçrama yapabiliyor. 
              Daha çok orta ileri yaşta (50-60) görülüyor.
  
              Can babaya veda günü
  
              ÜNLÜ şair Can Yücel, 13 aydır tedavi görüp, perşembe gecesi, bademcik 
              kanseri nedeniyle yaşamını yitirdiği Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp 
              Fakültesi Hastanesi'nden son yolculuğuna sevenlerinin alkışlarıyla 
              uğurlandı. Hastane bahçesinde dün öğle saatlerinde düzenlenen tören, 
              Yücel'in kendi sesinden şiirlerinin törene katılanlara dinletilmesiyle 
              başladı. Daha sonra karanfillerle ve çok sevdiği günebakan çiçekleriyle 
              süslenen Yücel'in tabutu, tören alanına getirildi. Törene katılanlar 
              Yücel için bir dakikalık saygı duruşunda bulundu. Yücel'in ''Başka 
              türlü bir şey benim istediğim'' dizelerinin yer aldığı fotoğraf 
              ve diğer bazı şiirleri, hastane bahçesinin duvarlarını süsledi. 
              Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fethi İdiman törendeki 
              konuşmasında, Can Yücel'i hastaneye yattıktan sonra yakından tanıma 
              fırsatı bulduğunu ve çok sevdiğini söyledi.
  
              BÜYÜK KAYIP
  
              Rektör İdiman, ''Can Yücel sevgiyi öfkeyle anlatırdı. Türk şiiri 
              en özgün şairini, enfin sesini ve öfkesini kaybetti. Onun düşüncelerine 
              sahip çıkacağız, yaşatacağız'' dedi. Can Yücel'i kendisine her zaman 
              örnek aldığını söyleyen Adalet Ağaoğlu ise ''En ciddi olaylarla 
              gülerek dalga geçişi, insanların yüzüne gülerek tükürmesi beni her 
              zaman etkiledi. Sapına kadar şair ve hiciv ustasıydı. Çok iyi küfredebilen 
              bir şairdi'' dedi. ÖDP İzmir İl Başkanı Haluk Tekeli, yaşayan Türkçenin 
              en büyük şairini kaybettiğini belirterek, şairin Deniz Gezmiş için 
              yazdığı ''More Nost Rostrum'' adlı şiirini okudu. Can Yücel'e son 
              görevlerini yapmak için gelenler arasında İzmir Büyükşehir Belediye 
              Başkanı Ahmet Piriştina, Konak Belediye Başkanı Erdal İzgi, hastalığı 
              süresince Yücel'i yalnız bırakmayan İzmirli şairler, tiyatro ve 
              yazın dünyasının tanınmış isimleri ve şairin okuyucuları vardı. 
              Törende ayakta güçlükle duran Yücel'in oğlu Hasan Ali Yücel de, 
              tedavisi süresince babasına çok iyi bakan, ilgi gösteren hastane 
              çalışanlarına teşekkür etti. Kızlarından Güzel ise ''Hastalığa yakalandığında 
              hiç umutsuzluğa kapılmadı. Yenmek için direndi, o yaşamayı seçti'' 
              dedi.
  
              SON YOLCULUK
  
              Can Yücel'in naaşı daha sonra alkışlar arasında omuzlara alındı 
              ve Büyükşehir Belediyesi'nin tahsis ettiği cenaze aracına konularak 
              Bodrum Kalesi önünde yapılacak tören için konvoy eşliğinde yola 
              çıkarıldı. Şairin sevenleri tören alanında onun için açılan anı 
              defterini imzaladı, duygularını yazdı. Bodrum'da saat 15.00'de Bodrum 
              Sualtı Arkeoloji Müzesi önünde yapılan törenden sonra feribotla 
              Datça'ya götürülen Can Yücel'in naaşı, bugün vasiyeti üzerine burada 
              toprağa verilecek.
 
  MİLLİYET
  Şiir Can'ını kaybetti
  
              Yergici anlatımı ve kendine özgü dil örgüsüyle çağdaş Türk şiirinde 
              özgün bir yer edinen, eski milletvekili ve bakanlardan Hasan Ali 
              Yücel'in oğlu Can Yücel, 1926'da İstanbul'da doğdu. 
              Ortaöğrenimini Ankara Erkek Lisesi'nde, yükseköğrenimini Ankara 
              Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi ile İngiltere'de Cambridge 
              Üniversitesi'nde tamamlayan Yücel, askerliğini Kore'de yaptı. Uzun 
              süre Paris'te ve İngiltere'de kalan Yücel, BBC Radyosu Türkçe Yayınları 
              Bölümü'nde spiker olarak çalıştı. 
              Yücel'in 1962'de İngiltere'de, 1709'da Latin harfleriyle taşbaskısı 
              olarak basılmış bir Türkçe dilbilgisi kitabını bulması geniş yankı 
              uyandırdı. Ertesi yıl yurda dönünce Bodrum'da turist rehberliği 
              yaptı. Sonra İstanbul'a yerleşti, çeviriyi uğraş edindi. Bir çevirisi 
              nedeniyle 12 Mart döneminde 7.5 yıl hüküm giydi. 1974'te aftan yararlanarak 
              serbest kaldı. 
              Yazın yaşamına üniversitede öğrenciyken yayımladığı şiirleriyle 
              girdi. Şiir, yazı ve çevirileri 1945'ten itibaren Yenilikler, Seçilmiş 
              Hikayeler, Dost, Şiir Sanatı, Yön, Papirüs, Yeni Dergi, Yazko Edebiyat, 
              Yeni Düşün, Vatan, Demokrat vs. dergi ve gazetelerde yayımlandı.
 
  
              Şiirlerinin içeriği
  
              Şiirlerinde argo ve müstehcen sözlere sık yer veren, bu nedenle 
              zaman zaman koğuşturmaya uğrayan Yücel'in 1974'te çıkan "Bir Siyasinin 
              Şiirleri", o döneme kadarki şiir serüveninin tutarlı bir bileşimi 
              olarak görüldü. Bu şiirlerinde hapishaneden dışa ve orada yaşayanlara 
              dönük izlenim, gözlem, duygu ve düşüncelerinin birikimini, kendi 
              politik kimliğinin sorgulamasıyla birlikte verdi. Tarihsel olaylarla 
              günlük olayları iç içe işleyen Yücel, günceli, taşlama yüklü bir 
              anlatımla, politik eleştiri düzeyinde ele aldı. Toplumsal olanı 
              yansıtmada gülmece, şiirinin en önde gelen öğesi oldu. 
              Şiirlerinde, toplumcu bir bakış açısından yola çıkarak daha iyi 
              bir dünyanın kurulması amacını savunan Yücel'in, sözcük oyunlarıyla 
              ulaştığı dil ustalığı, şiirini "yeni anlam boyutlarıyla donatarak" 
              etkili kıldı. Halk kaynaklarına, halk ağzına, daha çok da halk türkülerinin 
              deyişlerine de yaslanan Yücel'in kullandığı günlük dil, yöresel 
              deyişler, deyimler ve argo sözcükler, şiirini etkili kılan diğer 
              öğelerdir. Diyaloglar, atasözleri, benzetmelerle kendine özgü bir 
              üslup kurdu. 
              Yücel ayrıca Lorca, Shakespeare, Weiss ve Brecht gibi yazarlardan 
              yaptığı çevirilerde, yapıtları neredeyse yeniden yazarak değişik 
              bir çeviri anlayışı getirdi.
 
  
              'Kanserli ülkeye kanserli şair'
  
              Yücel, 1 Ekim 1996'da 70. yaşını ve 50. sanat yılını kutladı. 1997'de 
              üye olduğu Emeğin Partisi'nin "Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika 
              Karanlık" eylemine karşı çıkması nedeniyle bu partiden ayrılan Yücel, 
              10 Ocak 1999'da Özgürlük ve Dayanışma Partisi'ne üye oldu. 1 Şubat 
              1997'de "Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık Eylemi"nde şalteri indirerek 
              startı verdi. 
              Sonra "Kanserli bir ülkeye ancak kanserli bir şair doğru teşhisi 
              koyabilir" diyerek, ÖDP'nin İzmir birinci bölge birinci sıra milletvekili 
              adayı oldu. "Kendimi bildim bileli politikanın içindeyim" diyen 
              Yücel, kitlelerin siyasallaştırılması gerektiğini vurguluyordu. 
              Yücel, 18 Nisan genel ve yerel seçim sonuçlarını ise şöyle değerlendirdi: 
              "`Dara düşen ya Allah'a ya silaha sarılır' sözü doğrulandı."
 
  
              Kitapları
  
              Can Yücel'in şiir alanındaki başlıca yapıtları arasında "Yazma" 
              (1950), "Sevgi Duvarı" (1973), "Bir Siyasinin Şiirleri" (1974), 
              "Ölüm ve Oğlum" (1976), "Şiir Alayı" (1981), "Rengarenk" (1982), 
              "Gökyokuş" (1984) ve "Beşibiryerde" (1985), "Canfeda" (1986), "Çok 
              Bi Çocuk" (1988), "Kısa Devre ve Kuzgunun Yavrusu" (1990) yer alıyor.
 
  
              Şiir, yaşama biçimi
  
              Can Yücel, bir söyleşisinde şiirin hayatındaki anlamını şöyle anlattı: 
              "Şiir, benim için meslek. Mesleğin ötesinde yaşama biçimi. Bundan 
              kastım; insan, insan dikkatleriyle özenleriyle yaşıyor. Benim için 
              şiir bilsem de bilmesem de ağırlık taşıyan bir uğraş. Bunda belki 
              daha başka mesleğimin olmaması etkin oldu. Hayatımda şiirden başka 
              çeviriyle uğraştım, onun dışında bir iki kısa memuriyetin dışında 
              hiçbir iş tutmadım. Şiir bütün sanatlarda olduğu gibi, insan beyninin 
              ancak çok küçük bir bölümünün işletilebilmesi gerçeği karşısında, 
              insanoğlunun beynini günlük hayatın dışında işletme yolunda bulduğu 
              çarelerden biridir. Çeşitli dinler ve tarikatlar gibi, anı yoğun 
              yaşayabilme amacıyla bulunmuş çarelerdir bunlar. Böylece günlük 
              hayatın dışında dimağ çalışması, insanın ufkunu ve hayat yoğunluğunu 
              değiştirir. Günlük yaşamın yoğun yaşanmasını istiyorum. Sıradan 
              bir şeymiş gibi yaşanmasın. Evrenin insanların birliğini hatırlatan 
              bir öğe olarak kalmasını istiyorum." 
              72. yaşgününü kanser tedavisi gördüğü Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp 
              Fakültesi Hastanesi'nde kutlayan Yücel, "Hayatımda ikinci kez yırttım" 
              diyordu: "Birincisi kötülere karşı savaştı, ikincisi kanser!" 
              Ölümü yine de yenilgi değil, mısralarından belli: 
              "Ölüm tarafından asla asimile edilmemiş bir yurttaşınız olarak / 
              dayanıyorum dayanışma kapınıza / yaşasın özgürlük / diye haykırarak." 
              Bir başka şiiri: 
              "Böyle kısrağa bindim ki kanser / dörtnala gidiyoruz / gidiyoruz 
              yapraklarla ağaçlarla / Nazım'ın ormanına..." 
              Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'e gıyabında hakaret ettiği gerekçesiyle 
              bir yıl iki ay hapis cezasına mahkum edilen Yücel'in cezası hastalığı 
              nedeniyle ertelendi. Hastanede kaldığı sürede, altında bir urun 
              gizlendiği 50 yıllık sakalını kesen Yücel, Datça'ya gitti. Sonra 
              bir kitabı yayımlandı: "Mekanım Datça Olsun." 
              Yücel'in mısralarına eşi Güler Yücel'in resimlerinin eşlik ettiği 
              kitapsa henüz çok yeni. Yücel, bir şiirinde de kadınlarla ilgili 
              şöyle diyordu: 
              "Kadınlar doğurdu beni bağıra bağıra / Yine onlar öldürecek beni 
              aşktan / Bağırta bağırta."
 
  
              ***
 
  
              Şairin `çıkar'ı...
  
              Can Baba'nın davudi sesi sustu... Lafı dolaştırmaya hiç gerek duymaz; 
              içinde esen fırtınaları birkaç sözcüğün içine yerleştirir, okunduğu 
              anda patlayan bombalar misali serpiştirirdi beyaz sayfalara... Bir 
              defasında politikacılar için şunu söylemişti: 
              - Bunların hiçbiri Shakespeare okumamış. O yüzden yalan nasıl söylenir, 
              bilmiyorlar. Çünkü şiir, doğruyu söyleyen yalandır! Bunlar şiir 
              bilmedikleri için doğrudan doğruya yalan söylüyorlar!.. 
              *** 
              Bir panelde genç bir şiirsever soruyor: 
              - Can Baba, yaş oldu yetmiş! Bu saatten sonra şiirden ne bekliyorsunuz, 
              ne çıkarınız var şiirden?.. 
              Can Baba gülerek yanıtlıyor: 
              - Ne çıkarım mı var? Şiirden sağlanan tek çıkar, hapistir. Oradan 
              da "çıkar" mısın, çıkmaz mısın, bilinmez!.. 
              *** 
              Özgür düşünmek, özgür konuşmak, özgür yaşamak herkesin harcı değildir. 
              Güç, yürek ve akıl ister. Zahmete, yalnızlığa, yorgunluğa direnç 
              ister. Can Yücel bu zorları başardı, hayatı kendi eksenine taşıdı, 
              özgürce, bir yıldız gibi geldi geçti Dünya'dan. Nur içinde yatsın...
 
  
              ***
 
  
              "POSTACI" filminin başoyuncusu "postacı" (Massimo Troist) ile şair 
              Pablo Neruda (Phillip Noiret) tartışırlar; çünkü "postacı", şairin, 
              şiirlerini kendi şiirleriymiş gibi sevgilisine okumakta onu tavlamaya 
              çalışmaktadır. 
              Şair kızar: 
              "Benim şiirlerimi çalıp, kendi şiirin gibi okuyorsun!" 
              Postacı sakindir: 
              "Şiirler, yazıldıktan sonra, şairin değil, herkesindir." 
              * * * 
              CAN Yücel'in şiirleri de artık onun değil, bizim. Mesela babası 
              Hasan Ali Yücel için yazdığı şu şiir: 
              "Hayatta ben en çok babamı sevdim. 
              Karaçalılar gibi yandan bitme bir çocuk 
              Çarpı bacaklarıyla - ha düştü ha düşecek - 
              Nasıl koşarsa ardından bir devin 
              O çapkın babamı ben öyle sevdim 
              * 
              Bilmezdi ki oturduğumuz semti, 
              Geldi mi gidici - hep acele iş! - 
              Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi. 
              Atlastan bakardım nereye gitti, 
              Öyle öyle ezber ettim gurbeti. 
              * 
              Sevinçten uçardım hasta oldum mu, 
              40'ı geçerse ateş çağ'rırlar İstanbul'a, 
              Bi helallaşmak ister elbet, diğ'mi oğluyla! 
              Tifoyken başardım bu aşk oy'nunu 
              Ohh dedim, göğsüne gömdüm burnumu. 
              * 
              En son teftişine çıkana değin 
              Koştururken ardında o uçmaktaki devin, 
              Daha başka tür aşklar, geniş sevdalar için 
              Açıldı nefesim, fikrim, canevim. 
              Hayatta ben en çok babamı sevdim." 
              * * * 
              YA Deniz Gezmiş için yazdığı "Mare Nostrum", yani "Bizim Deniz" 
              şiiri: 
              "En uzun koşuysa elbet Türkiye'de de Devrim 
              O, onun en güzel yüz metresini koştu. 
              En sekmez lüverin namlusundan fırlayarak... 
              En hızlısıydı hepimizin, En önce göğüsledi ipi... 
              Acıyorsam sana anam avradım olsun 
              Ama aşk olsun sana çocuk, AŞK olsun!" 
              * * * 
              CAN Yücel'in vasiyeti vardı, "Beni Datça'ya gömün!" diyordu: 
              "Beni kuzum Datça'ya gömün 
              Geçin Ankara'yı İstanbul'u 
              Oralar ağzına kadar dolu 
              Alabildiğine de pahalı 
              Örneğin Zincirlikuyu'da 
              Bir mezar 750 milyona 
              Burası nispeten ucuzluk 
              Ortada kalma tehlikesi de yok, 
              Hayırdua da istemez, 
              Dediğim gibi beni Datça'ya gömün 
              Şu deniz gören mezarlığın orda, 
              Define diye deşerlerse ama, karışmam ona!" 
              * * * 
              VE Can Yücel'in iki, üç dizelik taşlamaları: 
              "Niçin ödül almıyormuşum? 
              Kırkpınar'da güreş tutmadım ki hiç!" 
              * 
              "Kötü şairden iyi Başbakan çıkmaz 
              İyi şair zaten Başbakan olmaz." 
              * 
              "Uyku geldi bedene 
              Ne mutlu Türküm diyene!" 
              * * * 
              CAN Yücel "özgeçmişi"ni de dört dizeyle özetler: 
              "Ben ömrümce muhalif yaşadım 
              Devletce de menfi bir TİP sayıldım 
              Onun için kan gurubum 
              RH NEGATİF" 
              * * * 
              CAN Yücel, bugün artık yok ama, şiirleri bizim, herkesin...
 
   |