(1926-1999)
Şairin şiirlerini
okumak için
Diğer şairlerin
biyografilerini
okumak için
Bu şair
hakkında bilgi
eklemek için
| | 1926 yılında İstanbul'da doğdu. Türkiye'nin ilk Milli Eğitim Bakanı
Hasan Ali Yücel'in oğlu olan şair, orta öğrenimini Ankara Erkek
Lisesi'nde tamamladıktan sonra, AÜ Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi
Klasik Filoloji Bölümü'nde okudu. İngiltere'de Cambridge Üniversitesi'nde
eğitimini sürdüren Yücel, Londra'da BBC Radyosu'nda çalıştı.
1945-1965 yılları arasında Yenilikler, Beraber, Seçilmiş Hikayeler,
Dost, Sosyal Adalet, Şiir Sanatı, Dönem, Yöne, Ant, İmece, Papirus
adlı dergilerde yazdı. Ünlü dünya şairlerinden çevirdiği şiirleri
bir araya getirdiği Her Boydan adlı kitabı 1959 yılında yayımlanan
Yücel, çalışmalarını Yazma, Sevgi Duvarı, Bir Siyasinin Şiirleri,
Ölüm ve Oğlum, Şiir Alayı, Rengarenk, Gökyokuş, Canfeda, Çok bi
Çocuk, Kısadevre ve Kuzgunun Yavrusu adlı kitaplarda topladı.
Şiir Kitapları
Yazma (1950) Sevgi Duvarı (1973) Bir Siyasinin Şiirleri (1974) Ölüm ve Oğlum (1976) Şiir Alayı (1981) Rengarenk (1982) Gökyokuş (1984) Beşibiryerde (1985) Canfeda (1986) Çok Bi Çocuk (1988) Kısa Devre ve Kuzgunun Yavrusu (1990)
Ölümü münasebetiyle basında çıkan yazılar
ZAMAN 'Sararıp
dökülmeden önce kızaran yapraklar ki onlar...'
Babaannesinin bir Mevlevi olarak, Yunus'tan ilahiler okuduğu bir
evde doğmuş. Cumhuriyetin en ünlü Milli Eğitim Bakanı, Hasan Âli
Yücel'in oğlu. Hep de öyle kaldı. 8 yıl bakanlık yapan Hasan Ali,
sandıktan DP'nin çıktığı seçimde seçilememişti. İki önemli eser
bıraktı: Çevirilerini yaptırarak bastırdığı dünya klasikleri ve
köy enstitüleri.
Bir de, kendi siluetine kirli bir sakal ekleyen oğlu Can.
Babasının kimliği üzerine yapılan tartışma uzun da olsa içeriği
kısadır.
Kimdir Hasan Ali?
- Devrinin adamı mı, yoksa devrimin adamı mı? Devrinin adamıysa
kendisini devrimin adamı olarak göstermeyi nasıl başarmıştır? Yok,
devrimin adamıysa çok devirlerde el üstünde tutulması nedendir?
Ya da hem devrimin, hem devrinin adamı olmak mümkün müdür?
Şu anekdot çok bilinir. Mustafa Kemal Atatürk sorar:
- Sıfır nedir Hasan Ali?
- Sizin yanınızda ben paşam.
Neyse... Biz babayı bırakıp oğula bakalım.
1926 doğumlu Can, 10 yaşındayken, ölen arkadaşına şiir yazar. 12
yaşında ise başparmağı için yazdığı şiiri eve gelen Tanpınar'a okur.
Bir parmak için şiir yazılabileceğini hiç düşünemeyen üstad, çok
şaşırır.
Ankara Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi'nde Klasik Filoloji mezunu.
Sadece ''tuzu kuru''ların devam ettiği bir bölümden yani. Tahsiline
devam etmek için seçtiği yer: Cambridge. Sonra BBC ve ardından yurda
dönüş. Önce turist rehberliği yaptı. Sıkılınca da çevirmenlikten
kazandıklarıyla yaşamaya başladı. Bir de doğal olarak babasından
kalanlarla.
Çok şiir yazdı. Ancak yine de küfürleri şiirlerinden daha çoktur.
Rakıları ise ikisinden de çok. Bu üçlü hep iç içedir onun hayatında.
Şiir yazmaya kalkar, olmaz, rakı içer. Şiir şehrine korsan gibi
girmeye çalışır. Yine olmaz. İnat edip küfürlerini kâğıda döker.
Ve bu metinleri, el altından şiir diye dağıttırır.
Rakı içer, sarhoş olur. Küfretmeye başlar. Küfrün de dibini bulur.
Rakı içenin de küfür edenin de kendisi olduğunu reddederek rakı
bulaşığı peçetelere şiir yazmaya koyulur. Ayılınca bu defa rakıyı
ve küfrü reddettiğini reddeder. Küfürle başlar. Küfretmekten sarhoş
olur. Üstüne yine de rakı içer. Şiir yazmaya soyunur. Dili küfürden
kurtulmaz. Yazdıklarının altına ''bunlar şiirdir'' der, imzasını
atar.
Hep kenar mahallelerde dolaştırdı metinlerini, tekinsiz parklarda,
bekar odalarında, gün ışığı görmeyen dehliz cafelerde.
90'lı yıllarda, artık konuşması özel bir çabayla çözülür hale gelmişti.
Televizyonda kolayı bulundu. Alt yazıyla deşifre edildi konuştukları.
''Şiir yazmak ne ister?'' tartışmasına argo bir eşikten katılınca
mahkemelik oldu. Hakime uzun bir fıkra anlattı. Sonu şöyle bitiyor:
''Bizde buna böyle denir. Tıp literatüründeki karşılığını, Latincesini,
Arapçasını ya da sosyetik olanını kullanırsanız, halk bir şey anlamaz.''
70 yaşını devirdiğinde kanser teşhisi kondu. Kendi sonunu kendisi
belirlemek istedi. ''Morfin yapın, cesedimi denize atın'' demeye
başladı. Hayatının kahrını çeken karısına bakıp Shakespeare'i taktı
diline: ''Vazgeçtim bu dünyadan / bilmem ne paklar beni... / seni
yalnız koymak var ya... / o koyuyor adama...'' Bodrum'da konulan
teşhisi Kanada Toronto Üniversitesi'nde nöropatalog olarak çalışan
oğlu kesinleştirdi. Hem de saldırgan bir ur türüydü boğazındaki.
Yıllarca sakalının altına saklanmıştı.
Kanseri kabullenince, solcu doktor aramaya başladı. İlle solcu ve
devrimci olacaktı. Hele profesör olursa daha da iyi olurdu. Çünkü
ona göre solcu olmayanlar asla iyi doktor değildiler.
53 yıllık sakalı kesildiğinde hiç sesini çıkarmadı. Yani küfür etmedi.
Küçük İskender'le şairlik yarışına girdi. ''Nazım'dan başlayan nazım''
mısraını yazan biri olarak K. İskender'in, Nazım Hikmet'e laf eden
Ece Ayhan'ı sevdiğini söylemesine dayanamadı.
Belden aşağıya vuran bir şiir yazdı: ''Nazım için 'Gurbette yazdığı
şiirler / Kartpostal şiiri' diyen Ece'nin kendisi Kart bir postal...''
K. İskender durur mu, o da karşılık verdi: ''Bunak bir şair olmaktansa,
kötü şair olmayı tercih ederim.''
18 Nisan seçimlerinde ÖDP'den İzmir milletvekili adayı oldu: ''Politikadaki
kanseri ben biliyorum, ben temizlerim.''
Bir usta olarak gençlere öğüdü ise şöyle: ''Yazı yazmada öğüt olmaz.
Çünkü yazı yazmak, kendi başına bir değirmendir. Kendi kendini öğütür.''
Sonu şiire varıp varmadığı tartışmalı bir yolda retoriğe takıldı
kaldı. (''Ozon tabakası değil ozan tabakası delindi.'' diyen o.)
Kızının adı Su, oğlunun adı Yeni Hasan.
Kendi kurduğu üçgende yaşadı: Şiir, rakı, küfür. Yaşama bağlanması,
sövmek istemesinden. ''Biraz daha yaşasam'' demedi, ''biraz daha
sövebilsem.'' Şiirlerine de devam ediyordu, yani mantara tüfek atmaya.
O şimdi hüvel baki.
***
'Ben solcu molcu değilim'
Şair Can Yücel'le yapılan ve Zaman'da yayınlanan röportajdan bazı
bölümleri yeniden yayınlıyoruz:
- Dünyanın hiçbir yerinde şiir her zaman geçerli bir şey değildir.
Şiir içtenliktir. Geçer akçe olmadığı zaman yol bularak gelecektir.
Şiir yaşayacaktır. Dünyanın her yerinde örneğin Sovyetler Birliği'nde
istedikleri kadar şiiri geriye itsinler bir gün şiir patlar. Şiir
patlak verir. Bir müzik olur, başka şey olur.
-(Bir ate olarak konuşmak bana düşmez ama) Allah'ı anlatmak, evrenin
birliğini anlatmak için şiir gereklidir. Hayatı evrenle birleştiren
bir denge içinde yürütme bir ihtiyaç halini almıştır.
- Özgürlüğün, kültürümüzün, ayinlerimizin olmaması şiiri keser.
Şiiri keser ama bu çıkmaz sokak, aynı zamanda çıkmazın içinden çıkmaktır;
hedefini de uyandırabilir.
- Orhan Veli kültürel değişim sürecini tahmin ettiğinden dolayı
zannediyorum ilk lümpen şiiri yazmıştır. Bazı şiirleri İbrahim Tatlıses'ten
daha lümpenseldir. Sessiz bir şiirdir. Bu şiir okunmaz. Ama bu "Türk
şiirinin lümpenleşmesine Orhan sebep oldu" lafı, aptalca bir Attila
İlhan lafıdır. Nazım Hikmet'in şiirini lümpenleştiren Attila İlhan'ın
kendisidir.
- Aslında ben solcu molcu değilim. Şairim. En doğrusu odur. Ben
İsmet Özel'e de sağcı solcu demiyorum. Bir memleketin dili, sağcı
solcu meselesi peşinde götürülemez.
HÜRRİYET
Her yemeği karakolda
bitti
BBC'nin Türkçe Yayınlar Servisi'ne Can Yücel'i anlatan yakın arkadaşı
yorumcu ve tarihçi Andrew Mango, ''O kabına sığmazdı. Çıktığımız
her yemek karakolda biterdi'' dedi. Can Yücel'in BBC'de çalıştığı
dönemi de anlatan Mango, şairin Londra'da da şiirler yazdığını söyledi.
ÜNLÜ şair Can Yücel'le ilgili anılarını anlatan BBC'nin eski yöneticisi,
yorumcu ve tarihçi Andrew Mango, ''Kabına sığmaz biriydi. Çıktığımız
her yemek karakolda biterdi'' dedi. Andrew Mango, Can Yücel'in ölümüne
1960'lı yıllardan önce program yapımcısı olarak görev yaptığı BBC'nin
Türkçe Yayınlar Servisi geniş yer ayırarak, şiirlerinden bazı bölümleri
sesinden yayınladı. Servisin eski yöneticisi İngiliz Andrew Mango,
Can Yücel'le 1950'li yılların sonlarında Ankara'da tanıştığını ve
kendisine BBC'de çalışmayı teklif ettiğini söyledi. Mango, o günleri
şöyle anlattı: ''Teklifi kabul etti, Londra'ya geldi. İngilizce'ye
ve İngiliz kültürüne aşinaydı. Bir dizi tanıtma programı hazırladı.
İngilizce'ye hákimdi. 27 Mayıs ihtilali oldu. Can Yücel'in heyecanı
ile birlikte BBC'nin Türkiye'deki önemi artmıştı. Can, her gün BBC'de
gün batımına kadar tercümeler yapıyordu. Akşamları birahanelerde,
şarap satan yerlerde oturup, günü değerlendiriyorduk. Can, Londra'da
şiirler yazdı. Politikada Oscar Wilde'yi anımsatan şiiri vardı.
Can Yücel, kolay disipline gelmiyordu. Kılık-kıyafeti berbattı.
Sürekli buruşuk gömlek, ütüsüz pantolon giyer, kravat takmayı sevmezdi.
Günler geçtikçe sıkılmaya başladı. Türkiye'ye dönme zamanı gelmişti.
Oturup konuştuk, istifa etmesini istedim. Hatta oturduk, istifa
dilekçesini adına ben yazdım, o imzaladı.''
EN SON KUZGUNCUK'TA GÖRDÜM
İngiliz yorumcu ve tarihçi Andrew Mango, Can Yücel'e Ankara dışında
bir yere gitmesini önerdiğini belirtirken, ''Sakin yere git güzel
şiirler yaz, Türkiye'de olanları uzaktan izle dedim. Marmaris'i
önerdim. Dediğimi yaptı, Marmaris'te Turizm Temsilcisi oldu. Yıllar
sonra kendisini Marmaris'te buldum, Datça'ya, Fethiye'ye gittik''
dedi. Can Yücel'le Fethiye'de yemeğe gittiklerini ancak bunun karakolda
bittiğini kaydeden Andrew Mango, ''Daha sonra kendisini İstanbul
Kuzguncuk'ta buldum. Kuzguncuk'taki bu yemeğimiz de yine karakolda
bitti. Her yemeğimizde kavga çıkıyor ve sonuçta karakolda bitiyordu.
Kuzguncuk'tan sonra maalesef bir daha karşılaşamadık'' diye konuştu.
Şiir gibi gitti
Türk şiirinin en büyük ustalarından Can Yücel, son yolculuğuna sevenlerin
omuzlarında şiir gibi gitti. Yücel için ilk tören, son nefesini
verdiği Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nde düzenlendi.
Törene öğretim üyeleri, siyasiler, şair ve yazarlar, okurlarlarından
oluşan yüzlerce kişi katıldı. Can Yücel'in çok sevdiği günebakan
çiçekleri ve karanfillerle süslenen tabutu omuzlara alındığında
bir alkış tufanı koptu. Tören boyunca eşinin tabutunun başından
ayrılmayan Güler Yücel de, hayat arkadaşını alkışlarla uğurladı.
Bademcik kanseri şair tanımaz...
Can Yücel'in ölümüne neden olan Bademcik kanseri, nadir görülüyor.
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Anabilim Dalı Öğretim
Üyesi Doç. Dr. İrfan Papila, erken anlaşılması halinde tedavi şansının
yüksek olduğunu söyledi. Doç. Dr. Papila, şu bilgileri verdi: ''Bademcik
kanserinin kesin nedeni bilinmiyor. Ancak genetik yatkınlık, alkol
ve sigara kullanımı, fiziksel tahriş gibi faktörlerin etkili olduğu
sanılıyor. Önce bademcikte küçük bir yara şeklinde başlıyor. Boğazda
yemek yerken ve yutkunurken ağrı, kitle hissi belirtileriyle kendini
gösteriyor. Yüzeyel yara oluşturacağından hafif bir kanama da olur.
Başlangıçta, yani erken dönemde farkedilirse bademcik alınarak tedavi
edilebilir. Sıçrama riski diğer birçok kansere göre daha düşük.
Ancak ihmal edilmesi ve geç anlaşılması halinde sıçrama yapabiliyor.
Daha çok orta ileri yaşta (50-60) görülüyor.
Can babaya veda günü
ÜNLÜ şair Can Yücel, 13 aydır tedavi görüp, perşembe gecesi, bademcik
kanseri nedeniyle yaşamını yitirdiği Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp
Fakültesi Hastanesi'nden son yolculuğuna sevenlerinin alkışlarıyla
uğurlandı. Hastane bahçesinde dün öğle saatlerinde düzenlenen tören,
Yücel'in kendi sesinden şiirlerinin törene katılanlara dinletilmesiyle
başladı. Daha sonra karanfillerle ve çok sevdiği günebakan çiçekleriyle
süslenen Yücel'in tabutu, tören alanına getirildi. Törene katılanlar
Yücel için bir dakikalık saygı duruşunda bulundu. Yücel'in ''Başka
türlü bir şey benim istediğim'' dizelerinin yer aldığı fotoğraf
ve diğer bazı şiirleri, hastane bahçesinin duvarlarını süsledi.
Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fethi İdiman törendeki
konuşmasında, Can Yücel'i hastaneye yattıktan sonra yakından tanıma
fırsatı bulduğunu ve çok sevdiğini söyledi.
BÜYÜK KAYIP
Rektör İdiman, ''Can Yücel sevgiyi öfkeyle anlatırdı. Türk şiiri
en özgün şairini, enfin sesini ve öfkesini kaybetti. Onun düşüncelerine
sahip çıkacağız, yaşatacağız'' dedi. Can Yücel'i kendisine her zaman
örnek aldığını söyleyen Adalet Ağaoğlu ise ''En ciddi olaylarla
gülerek dalga geçişi, insanların yüzüne gülerek tükürmesi beni her
zaman etkiledi. Sapına kadar şair ve hiciv ustasıydı. Çok iyi küfredebilen
bir şairdi'' dedi. ÖDP İzmir İl Başkanı Haluk Tekeli, yaşayan Türkçenin
en büyük şairini kaybettiğini belirterek, şairin Deniz Gezmiş için
yazdığı ''More Nost Rostrum'' adlı şiirini okudu. Can Yücel'e son
görevlerini yapmak için gelenler arasında İzmir Büyükşehir Belediye
Başkanı Ahmet Piriştina, Konak Belediye Başkanı Erdal İzgi, hastalığı
süresince Yücel'i yalnız bırakmayan İzmirli şairler, tiyatro ve
yazın dünyasının tanınmış isimleri ve şairin okuyucuları vardı.
Törende ayakta güçlükle duran Yücel'in oğlu Hasan Ali Yücel de,
tedavisi süresince babasına çok iyi bakan, ilgi gösteren hastane
çalışanlarına teşekkür etti. Kızlarından Güzel ise ''Hastalığa yakalandığında
hiç umutsuzluğa kapılmadı. Yenmek için direndi, o yaşamayı seçti''
dedi.
SON YOLCULUK
Can Yücel'in naaşı daha sonra alkışlar arasında omuzlara alındı
ve Büyükşehir Belediyesi'nin tahsis ettiği cenaze aracına konularak
Bodrum Kalesi önünde yapılacak tören için konvoy eşliğinde yola
çıkarıldı. Şairin sevenleri tören alanında onun için açılan anı
defterini imzaladı, duygularını yazdı. Bodrum'da saat 15.00'de Bodrum
Sualtı Arkeoloji Müzesi önünde yapılan törenden sonra feribotla
Datça'ya götürülen Can Yücel'in naaşı, bugün vasiyeti üzerine burada
toprağa verilecek.
MİLLİYET
Şiir Can'ını kaybetti
Yergici anlatımı ve kendine özgü dil örgüsüyle çağdaş Türk şiirinde
özgün bir yer edinen, eski milletvekili ve bakanlardan Hasan Ali
Yücel'in oğlu Can Yücel, 1926'da İstanbul'da doğdu.
Ortaöğrenimini Ankara Erkek Lisesi'nde, yükseköğrenimini Ankara
Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi ile İngiltere'de Cambridge
Üniversitesi'nde tamamlayan Yücel, askerliğini Kore'de yaptı. Uzun
süre Paris'te ve İngiltere'de kalan Yücel, BBC Radyosu Türkçe Yayınları
Bölümü'nde spiker olarak çalıştı.
Yücel'in 1962'de İngiltere'de, 1709'da Latin harfleriyle taşbaskısı
olarak basılmış bir Türkçe dilbilgisi kitabını bulması geniş yankı
uyandırdı. Ertesi yıl yurda dönünce Bodrum'da turist rehberliği
yaptı. Sonra İstanbul'a yerleşti, çeviriyi uğraş edindi. Bir çevirisi
nedeniyle 12 Mart döneminde 7.5 yıl hüküm giydi. 1974'te aftan yararlanarak
serbest kaldı.
Yazın yaşamına üniversitede öğrenciyken yayımladığı şiirleriyle
girdi. Şiir, yazı ve çevirileri 1945'ten itibaren Yenilikler, Seçilmiş
Hikayeler, Dost, Şiir Sanatı, Yön, Papirüs, Yeni Dergi, Yazko Edebiyat,
Yeni Düşün, Vatan, Demokrat vs. dergi ve gazetelerde yayımlandı.
Şiirlerinin içeriği
Şiirlerinde argo ve müstehcen sözlere sık yer veren, bu nedenle
zaman zaman koğuşturmaya uğrayan Yücel'in 1974'te çıkan "Bir Siyasinin
Şiirleri", o döneme kadarki şiir serüveninin tutarlı bir bileşimi
olarak görüldü. Bu şiirlerinde hapishaneden dışa ve orada yaşayanlara
dönük izlenim, gözlem, duygu ve düşüncelerinin birikimini, kendi
politik kimliğinin sorgulamasıyla birlikte verdi. Tarihsel olaylarla
günlük olayları iç içe işleyen Yücel, günceli, taşlama yüklü bir
anlatımla, politik eleştiri düzeyinde ele aldı. Toplumsal olanı
yansıtmada gülmece, şiirinin en önde gelen öğesi oldu.
Şiirlerinde, toplumcu bir bakış açısından yola çıkarak daha iyi
bir dünyanın kurulması amacını savunan Yücel'in, sözcük oyunlarıyla
ulaştığı dil ustalığı, şiirini "yeni anlam boyutlarıyla donatarak"
etkili kıldı. Halk kaynaklarına, halk ağzına, daha çok da halk türkülerinin
deyişlerine de yaslanan Yücel'in kullandığı günlük dil, yöresel
deyişler, deyimler ve argo sözcükler, şiirini etkili kılan diğer
öğelerdir. Diyaloglar, atasözleri, benzetmelerle kendine özgü bir
üslup kurdu.
Yücel ayrıca Lorca, Shakespeare, Weiss ve Brecht gibi yazarlardan
yaptığı çevirilerde, yapıtları neredeyse yeniden yazarak değişik
bir çeviri anlayışı getirdi.
'Kanserli ülkeye kanserli şair'
Yücel, 1 Ekim 1996'da 70. yaşını ve 50. sanat yılını kutladı. 1997'de
üye olduğu Emeğin Partisi'nin "Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika
Karanlık" eylemine karşı çıkması nedeniyle bu partiden ayrılan Yücel,
10 Ocak 1999'da Özgürlük ve Dayanışma Partisi'ne üye oldu. 1 Şubat
1997'de "Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık Eylemi"nde şalteri indirerek
startı verdi.
Sonra "Kanserli bir ülkeye ancak kanserli bir şair doğru teşhisi
koyabilir" diyerek, ÖDP'nin İzmir birinci bölge birinci sıra milletvekili
adayı oldu. "Kendimi bildim bileli politikanın içindeyim" diyen
Yücel, kitlelerin siyasallaştırılması gerektiğini vurguluyordu.
Yücel, 18 Nisan genel ve yerel seçim sonuçlarını ise şöyle değerlendirdi:
"`Dara düşen ya Allah'a ya silaha sarılır' sözü doğrulandı."
Kitapları
Can Yücel'in şiir alanındaki başlıca yapıtları arasında "Yazma"
(1950), "Sevgi Duvarı" (1973), "Bir Siyasinin Şiirleri" (1974),
"Ölüm ve Oğlum" (1976), "Şiir Alayı" (1981), "Rengarenk" (1982),
"Gökyokuş" (1984) ve "Beşibiryerde" (1985), "Canfeda" (1986), "Çok
Bi Çocuk" (1988), "Kısa Devre ve Kuzgunun Yavrusu" (1990) yer alıyor.
Şiir, yaşama biçimi
Can Yücel, bir söyleşisinde şiirin hayatındaki anlamını şöyle anlattı:
"Şiir, benim için meslek. Mesleğin ötesinde yaşama biçimi. Bundan
kastım; insan, insan dikkatleriyle özenleriyle yaşıyor. Benim için
şiir bilsem de bilmesem de ağırlık taşıyan bir uğraş. Bunda belki
daha başka mesleğimin olmaması etkin oldu. Hayatımda şiirden başka
çeviriyle uğraştım, onun dışında bir iki kısa memuriyetin dışında
hiçbir iş tutmadım. Şiir bütün sanatlarda olduğu gibi, insan beyninin
ancak çok küçük bir bölümünün işletilebilmesi gerçeği karşısında,
insanoğlunun beynini günlük hayatın dışında işletme yolunda bulduğu
çarelerden biridir. Çeşitli dinler ve tarikatlar gibi, anı yoğun
yaşayabilme amacıyla bulunmuş çarelerdir bunlar. Böylece günlük
hayatın dışında dimağ çalışması, insanın ufkunu ve hayat yoğunluğunu
değiştirir. Günlük yaşamın yoğun yaşanmasını istiyorum. Sıradan
bir şeymiş gibi yaşanmasın. Evrenin insanların birliğini hatırlatan
bir öğe olarak kalmasını istiyorum."
72. yaşgününü kanser tedavisi gördüğü Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp
Fakültesi Hastanesi'nde kutlayan Yücel, "Hayatımda ikinci kez yırttım"
diyordu: "Birincisi kötülere karşı savaştı, ikincisi kanser!"
Ölümü yine de yenilgi değil, mısralarından belli:
"Ölüm tarafından asla asimile edilmemiş bir yurttaşınız olarak /
dayanıyorum dayanışma kapınıza / yaşasın özgürlük / diye haykırarak."
Bir başka şiiri:
"Böyle kısrağa bindim ki kanser / dörtnala gidiyoruz / gidiyoruz
yapraklarla ağaçlarla / Nazım'ın ormanına..."
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'e gıyabında hakaret ettiği gerekçesiyle
bir yıl iki ay hapis cezasına mahkum edilen Yücel'in cezası hastalığı
nedeniyle ertelendi. Hastanede kaldığı sürede, altında bir urun
gizlendiği 50 yıllık sakalını kesen Yücel, Datça'ya gitti. Sonra
bir kitabı yayımlandı: "Mekanım Datça Olsun."
Yücel'in mısralarına eşi Güler Yücel'in resimlerinin eşlik ettiği
kitapsa henüz çok yeni. Yücel, bir şiirinde de kadınlarla ilgili
şöyle diyordu:
"Kadınlar doğurdu beni bağıra bağıra / Yine onlar öldürecek beni
aşktan / Bağırta bağırta."
***
Şairin `çıkar'ı...
Can Baba'nın davudi sesi sustu... Lafı dolaştırmaya hiç gerek duymaz;
içinde esen fırtınaları birkaç sözcüğün içine yerleştirir, okunduğu
anda patlayan bombalar misali serpiştirirdi beyaz sayfalara... Bir
defasında politikacılar için şunu söylemişti:
- Bunların hiçbiri Shakespeare okumamış. O yüzden yalan nasıl söylenir,
bilmiyorlar. Çünkü şiir, doğruyu söyleyen yalandır! Bunlar şiir
bilmedikleri için doğrudan doğruya yalan söylüyorlar!..
***
Bir panelde genç bir şiirsever soruyor:
- Can Baba, yaş oldu yetmiş! Bu saatten sonra şiirden ne bekliyorsunuz,
ne çıkarınız var şiirden?..
Can Baba gülerek yanıtlıyor:
- Ne çıkarım mı var? Şiirden sağlanan tek çıkar, hapistir. Oradan
da "çıkar" mısın, çıkmaz mısın, bilinmez!..
***
Özgür düşünmek, özgür konuşmak, özgür yaşamak herkesin harcı değildir.
Güç, yürek ve akıl ister. Zahmete, yalnızlığa, yorgunluğa direnç
ister. Can Yücel bu zorları başardı, hayatı kendi eksenine taşıdı,
özgürce, bir yıldız gibi geldi geçti Dünya'dan. Nur içinde yatsın...
***
"POSTACI" filminin başoyuncusu "postacı" (Massimo Troist) ile şair
Pablo Neruda (Phillip Noiret) tartışırlar; çünkü "postacı", şairin,
şiirlerini kendi şiirleriymiş gibi sevgilisine okumakta onu tavlamaya
çalışmaktadır.
Şair kızar:
"Benim şiirlerimi çalıp, kendi şiirin gibi okuyorsun!"
Postacı sakindir:
"Şiirler, yazıldıktan sonra, şairin değil, herkesindir."
* * *
CAN Yücel'in şiirleri de artık onun değil, bizim. Mesela babası
Hasan Ali Yücel için yazdığı şu şiir:
"Hayatta ben en çok babamı sevdim.
Karaçalılar gibi yandan bitme bir çocuk
Çarpı bacaklarıyla - ha düştü ha düşecek -
Nasıl koşarsa ardından bir devin
O çapkın babamı ben öyle sevdim
*
Bilmezdi ki oturduğumuz semti,
Geldi mi gidici - hep acele iş! -
Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi.
Atlastan bakardım nereye gitti,
Öyle öyle ezber ettim gurbeti.
*
Sevinçten uçardım hasta oldum mu,
40'ı geçerse ateş çağ'rırlar İstanbul'a,
Bi helallaşmak ister elbet, diğ'mi oğluyla!
Tifoyken başardım bu aşk oy'nunu
Ohh dedim, göğsüne gömdüm burnumu.
*
En son teftişine çıkana değin
Koştururken ardında o uçmaktaki devin,
Daha başka tür aşklar, geniş sevdalar için
Açıldı nefesim, fikrim, canevim.
Hayatta ben en çok babamı sevdim."
* * *
YA Deniz Gezmiş için yazdığı "Mare Nostrum", yani "Bizim Deniz"
şiiri:
"En uzun koşuysa elbet Türkiye'de de Devrim
O, onun en güzel yüz metresini koştu.
En sekmez lüverin namlusundan fırlayarak...
En hızlısıydı hepimizin, En önce göğüsledi ipi...
Acıyorsam sana anam avradım olsun
Ama aşk olsun sana çocuk, AŞK olsun!"
* * *
CAN Yücel'in vasiyeti vardı, "Beni Datça'ya gömün!" diyordu:
"Beni kuzum Datça'ya gömün
Geçin Ankara'yı İstanbul'u
Oralar ağzına kadar dolu
Alabildiğine de pahalı
Örneğin Zincirlikuyu'da
Bir mezar 750 milyona
Burası nispeten ucuzluk
Ortada kalma tehlikesi de yok,
Hayırdua da istemez,
Dediğim gibi beni Datça'ya gömün
Şu deniz gören mezarlığın orda,
Define diye deşerlerse ama, karışmam ona!"
* * *
VE Can Yücel'in iki, üç dizelik taşlamaları:
"Niçin ödül almıyormuşum?
Kırkpınar'da güreş tutmadım ki hiç!"
*
"Kötü şairden iyi Başbakan çıkmaz
İyi şair zaten Başbakan olmaz."
*
"Uyku geldi bedene
Ne mutlu Türküm diyene!"
* * *
CAN Yücel "özgeçmişi"ni de dört dizeyle özetler:
"Ben ömrümce muhalif yaşadım
Devletce de menfi bir TİP sayıldım
Onun için kan gurubum
RH NEGATİF"
* * *
CAN Yücel, bugün artık yok ama, şiirleri bizim, herkesin...
|